O piyononun tuşlarında dans ederken salon susar!
Bir trans hali gerçekleşmeye başlıyordur.
Sesler kısılır ve yok olur, nefesler istem dışı alınmaktadır, sessiz ve asude.
Sonra havadan üstlere doğru notalar beyaz kelebekler eşliğinde dökülmeye başlar. Salon heyecanlanır, oturanlar sesiz, kulaklar aralıksız çalışmakta. Bir tek nota kaçırılmamak istenmekte!
Yanındakinden haberin yok, öndekinin kim olduğu kimin umurunda? Gıdasız kalan ruhlar hareketlenmeye hazır. Önce beslenecek sonra şahlanacak! Derken sesler salonun her yerinde. Kulaklarında, saçlarında gözlerinde!
Bir hamınefendi piyanonun tuşlarında.
Bir kadın, bir başarı öyküsü!
Yılmaz bir kraliçe gibi, dimdik piyanonun karşısındaki taburesinde oturmuş, oradaymış gibi görülen oysa çoktan yılların eskilerinde olan bir kadın.
Verda Erman’ın ışıklandırılmış enerjileri etrafa saçmakta!
Parmakları ile gözleri, dudakları ile kalbi yine birlikte.
Değilmi ki piyano var, sahnede ve dinleyenleri orada. Yapılacak olan birlikte muhabbet. Hemde en naif haliyle, en mutlu, en şık haliyle…
Tuşlar gözlerinin önünde, baktığı tuşlar değil oysa!
Daha dört yaşlarında tanıştı, bu harekteli sihirli tuşlarla. Ne çok hocalarla çalıştı, ne çok üstadlardan dersler aldı ve ne çok müzik dehaları ile bir araya geldi. O çocuk, o küçük iken ruhu bir kere yükselmişti, yerinde durmuyordu. İlk müzik adına merhabalaştığı Rana Erksan’dı, ardından Prof. Dr. Ferdi Statzer’in öğrencisi olmuştu.
Yerinde duramıyordu, o daha çocuk içi kıpır kıpır! Derdi müzik, sevdiği piyano. Uzun meşakatli, sevdiği hayatı dört yaşında başlamıştı bir kere. Elbette çok hocalar ve çok diyarlar görecekti.
Fransa yolu görülmüştü. 1957 yılında devletin çıkardığı özel kanundan faydalanarak gitmişti. Öğrenimini artık Paris Milli Konservatuarı’nda devam edecekti. On dört yaşında, ilk büyük, kocaman başarısı gelmişti.
Kurumun Yüksek Piyano ve Oda Müziği bölümlerinden birincilikle mezun olmuştu. Ne de çok değerli hocalarla çalışmıştı bu sürelerde. Marguerite Long, Lucette Descaves, Lazare Lévy, Jean Hubeau ve Bruno Leonardo Gelber gibi birçok ünlü hoca ile çalıştı. Daha sonra Dinu Lipatti’nin asistanı Prof. Dr. Louis Hiltbrandt ve Clara Haskil…
Dahasında büyük bir adamla Prof. Peter Feuchtwanger ile çalışmalarına devam etti.
Başarılar onu bekliyordu, çok geciktirmemesi gerekiyordu. O azimliydi, hırslıydı. Müzikti o, gıdası notalardı onlarla besleniyor, onlarla ayakta duruyor ve yaşıyordu. Bu kadar istek ve azim olunca başırılar birbirini kovalayacaktı.
Nitekim Napoli’de Casella, Paris’te Marguerite Long – Jacques Thibaud, Kanada’da Montreal ve New York’ta düzenlenen Edgar Levintritt uluslararası piyano yarışmalarından ödüller kazandı.
Ödülleri sıralanmış onun gelmesini bekliyorlardı. Hep ödüllendirilecekti, hep başarıları eskilerde kalacak o yeniler için çalacaktı, ödül üstüne ödül, başarı üstüne başarılara koşacaktı.
Fransa, İngiltere, Almanya, İsviçre, İtalya, İspanya, Çek Cumhuriyeti, Avusturya, Norveç, Danimarka, İtalya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan, Litvanya, Letonya, Estonya, Makedonya, Sırbistan, Hırvatistan, Şili, Arjantin, Brezilya, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Rusya, Bolerus, Lübnan, Ürdün, İran, Kanada, Hindistan, Kenya, Habeşistan, Tayland ve Japonya gibi birçok ülkede konserleri de onları takip edecekti…
Dünyanın en ünlü orkestraları ile çalıyordu.
Dünyanın en ünlü müzik salonlarında çalıyordu.
Seçkin davetliler, müzik otoriterleri onu uzun süreler ayakta alkışlıyorlardı.
Dünyanın her yerinde konserler veriyor, daha yeni birini bitirmişken bir yenisine koşuyordu.
Biletleri aylar öncesinden satılan, salonlarda birtek sandalye boş kalmayan buna karşın o çaldığında müzik harici tek bir ses duyulmayan konserleri ile dünyayı dolaşaya uzun upuzun yıllar devam etti.
Önceleri radyolar ardından televizyonlar onu paylaşamıyordu. O müziği ile şifa dağıtıyordu adeta!
Uluslararası piyano yarışması ve Paris Milli Konservatuarı’nda jüri üyesi olarak bulunmuştu…
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın solist sanatçısı olmuş ve Devlet sanatçısı ünvanını almıştı.
Yılları dans eder gibi yaşadı. Yetenekli bir çocuk olmasının geterdiği 6660 sayılı yasanın kensine verdiği imkânla dünyaya açılmıştı.
Kendine verilen bu lutfu fazlası ile değerlendirmiş ve Türkiye’yi dünyanın bir çok yerinde üstün başarıları ile temsil etmişti.
Neler yoktu ki hayatında, olmayanlar başarıları değildi. Olanlar ödülleriydi. Birkaçı daha geldi gözlerinin önüne…
1963 Kasım ayında Marguerite Long-Jaques Thibaud Uluslararası Piyano Konkuru’nda Paris kenti ödülünü kazanmıştı.
1965’de Kanada Uluslararası Piyano Yarışması’nda ikincilik kazanmıştı.
1971’den sonra, dünyanın önemli müzik merkezlerine konuk sanatçı olarak davet edildi ve konserler vermişti.
Rudolf Serkin tarafından Malboro Festivaline çağrılmıştı.
Müzik merkezlerindeki ünlü orkestralar eşliğinde konçertolar çalmıştı.
Belgrad, Paris, Montreal ve Bükreş’te başarılar kazanmıştı.
Bir diplomatla evliydi, iki çocuğu vardı…
Sonra gözleri karardı, ışık yavaşlamaya, notalar uzaklaşmaya, sesler azalmaya başladı.
Sonra karanlık oldu.
Sonrasında bir ses uzaklardan seslendi.
Devlet sanatçısı piyanist Verda Erman yaşamını yitirdi.
Perde kapandı.
Allah rahmet eylesin…
Bir eli öpülesi kadın daha!
Nazan Şara Şatana