Slot Siteleri

SOSYAL MEDYA HESAPLARIMIZ

MOBİL UYGULAMALARIMIZ

Kadıköy Gazetesi

Paylaş
veya
aşağıdaki bağlantıyı paylaşın:

Üniversitelerin sorunları çözümsüzlük girdabında

Yayınlanma:
ABONE OL
Üniversitelerin sorunları çözümsüzlük girdabında

Üniversitelerin sorunları çözümsüzlük girdabında 

 104’ü devlet,71’i de vakıf üniversitesinden oluşan toplam 175 üniversitede 132694 öğretim elemanı (114688 kişisi devlet, 18006 kişisi vakıf üniversitelerinde) ve yaklaşık 4 milyonu örgün ve 1 milyonu da yaygın eğitimde olmak üzere toplam 5 milyon öğrenci ile yüksek öğretim başladı.  İlkokuldan üniversiteye varıncaya kadar her kademedeki eğitim-öğretim kurumlarındaki her öğretim yılı başlangıcı, yeni doğan bir gün gibi, büyük umutlarla dolu. Daha doğrusu, öyle olması gereken yeni ve taze bir başlangıç, yeni bir beyaz sayfadır: Ancak ne yazık ki uzun bir süredir bu heyecan ve umut dolu olması gereken günler, daha çok, süreklilik kazanan aksaklıklar, giderilemeyen noksanlıklar ve huzur kaçıran gerginliklerle dolu olarak karşımıza çıkar olmuştur.  Devlet üniversitelerimiz git-gide büyüyen ve git-gide çözümü zorlaşan sorunlardan oluşan bir kör yumak manzarası arz etmektedir.

          Üniversitelerimizin bu sorunlarının en başında gelenlerinden birisi, hiç kuşkusuz, akademik personel başta olmak üzere tüm üniversite çalışanlarının ücretlerinin iyileşmek bir yana, daha da kötüleşmiş olması gelmektedir.

ÜCRET SORUNU

  On iki yıldan beri iş başına gelen hükümetler; “Akademisyeni düşük maaşa mahkûm ederek Üniversiteyi hizaya getirme” politikasını sürdürmektedir. Bu politikalar akademik personeli parasal bakımdan çok büyük, çok derin ve çok ciddî bir bunalıma itmiş bulunmaktadır. Şu anda“maaş” adıyla ödenen paralar gerçekte ancak “burs” niteliğindedir. Bu maaşlarla geçinmek ve hele bir de bilimsel çalışma yapmak imkânsızdır. Maaş düşüklüğü, “Üniversite”nin ve “Üniversite Hocalığı”nın saygınlığını çok tehlikeli bir şekilde aşındırmaktadır. Üniversite Hocaları, yeni mezun olup işe başlayan talebelerinden daha az maaş alma konumuna getirilmiş bulunmaktadırlar. Daha doğrusu üniversite hocaları sefalet girdabında ölüm-kalım savaşı vermektedir.

Ülkemizin geri kalmışlık çemberinin kırılmasında ve geleceğin mutlu, güçlü ve müreffeh, daha saygın Türkiye’sinin inşa edilmesinde bir numaralı belirleyici faktör olan bilim yuvalarının ve mütevazı bilim insanlarının, nasıl geçineceklerini düşünmeyi ön plana çıkarmak zorunda bırakılmaları büyük felaketlerin kapıda olduğunu göstermektedir. Mesleği bilim üretmek ve bilim öğretmek olan, ülkemizin en iyi yetişmiş beyinleri, sürekli olarak düşük tutulan ücretleriyle mahkûm edildikleri geçim sıkıntıları dolayısıyla mutlu değillerdir. Bu da onların hem bilim üretmelerinde ve hem de gençlerimizi yetiştirmelerinde tam verimli olmalarını çok ciddî surette engellemektedir.

On iki yıldır akademik ve idari personele âdeta kasıtlı olarak düşük ücret politikası uygulayan iktidar, kıdemli profesörler ( görev tazminatı ile birlikteki maaşları ) dışındaki bütün öğretim elemanlarını ve idari personelin tamamı yoksulluk sınırının altında, sefalet düzeyinde bir maaşa mahkûm etmiş bulunmaktadır.

          Nitekim 15 Ağustos 2013 tarihi itibarıyla ¼’deki en kıdemli profesör 4729 lira, ¼’deki en kıdemli doçent 3376 lira, ¼’deki en kıdemli yardımcı doçent 2706 lira, ¼’deki en kıdemli öğretim görevlisi ve okutman 2395 lira ve 4/9’daki en kıdemli araştırma görevlisi de 2331 lira maaş almaktadır. Üniversitelerdeki idari personelden 3/1’indeki şef 2111 lira, 8/1’indeki memur 1794 lira,  3/2’sindeki bilgisayar işletmeni 2063 lira, 5/4’deki şoför 1880 lira, 11/1’deki teknisyen 2269 lira, 10 yıllık uzman 2170 lira maaşla sürüm sürüm süründürülmektedir.

          Üniversitelerarası Kurulun (ÜAK’ın) 17 Haziran 2013 tarihinde hazırladığı “Türkiye’de Akademisyenlerin Özlük Haklarının Mevcut Durumu ve İyileştirilmesi” raporuna göre; 2013 Temmuz ayı zammından önce yeni göreve başlayan bir doktor 3243 lira, mühendis 3394 lira, hâkim ve savcı 3498 lira, kaymakam 3627 lira, avukat 3856 lira, uzman doktor 3896 lira, Rekabet Kurulu Uzmanı 4820 lira, Bakanlık Daire Başkanı 5312 lira ve SPK Uzmanı 6507 lira maaş aldığı anlaşılmaktadır.

          Buna mukabil, 1990 yılında 1/4’deki bir profesör, 1/4’deki Emniyet Genel Müdüründen 550 lira, 1/4’deki Maliye Müfettişinden 1000 lira fazla maaş alırken, 4/1’deki bir doçent, 4/1’deki kaymakamdan 857 lira, 4/1’deki il emniyet müdüründen 832 lira daha fazla maaş almaktaydı. Aynı yılda 5/1’deki bir yardımcı doçent, 6/1’deki uzman doktordan 205 lira, 6/1’deki kaymakamdan da 794 lira, 5/1’deki bir araştırma görevlisi de 9/1’deki kaymakam adayından 472 lira, lise mezunu 8/3’deki polis memurundan 681 lira daha çok maaş aldığı yapılan ilmi araştırmalardan ortaya çıkmaktadır.

          Türkiye Kamu-Sen Araştırma Geliştirme Merkezi’nin yapmış olduğu 2013 Ağustos ayına ait asgari geçim endeksi sonuçlarına göre ülkemizde dört kişilik bir ailenin Yoksulluk Sınırı (Asgari Geçim Endeksi) 3611 liradır. Görüldüğü gibi profesörlerin dışındaki bütün üniversite hocalarıyoksulluğa (sefalete) mahkûm edilmiştir.

          Üniversitelerimizdeki hocalar dünyadaki meslektaşlarıyla mukayese edilince; onlardan 3 kat-5 kat daha az maaş aldıkları ortaya çıkmaktadır. Nitekim Kanada’da bir öğretim elemanı aylık 5733 – 9485 dolar, Amerika Birleşik Devletlerinde 4950 – 9118 dolar, Güney Afrika Cumhuriyetinde 9330 dolar, Suudi Arabistan’da 8524 dolar, İngiltere’de 8369 dolar, Malezya’da 7864 dolar, Avustralya’da 7499 dolar, Hindistan’da 7433 dolar maaş almaktadır. Ülkemizde öğretim elemanları Brezilya ve Kolombiya’daki meslektaşlarından daha az maaş alır konuma getirilmiştir.

Yine Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırma Vakfı (SETA) tarafından hazırlanan ”Ulusal ve Uluslararası Karşılaştırmalarla Öğretim Üyeliği Maaşı” raporunda yer alan bilgilere göre; 2002-2013 döneminde öğretim üyeleriyle devlet memurlarının, özellikle mühendis, fizikçi ve hukukçuların maaşları arasındaki fark hem göreceli hem de mutlak açıdan akademisyenler aleyhine daralmıştır. Bu dönemde diğer kamu çalışanlarının ortalama maaşı, reel olarak yüzde 61 artarken, öğretim üyelerinin maaşı ortalama yüzde 6’lık bir artış göstermiştir.

Üniversite Hocalarına ve idari personele reva görülen maaş zulmünün sefalet boyutuna ulaştığı bilimsel verilerden açıkça ortaya çıkmaktadır. Yardımcı doçentler, öğretim görevlileri, okutman ve araştırma görevlileri aynı hizmet yılına sahip bir teknisyenden daha az maaş alır hale düşürülmeleri ayıbı da sorumlu ve yetkililer için yeterli olsa gerekir.

Üniversite Hocalarına hem statülerine uygun ve hem de bilim yapabilmelerine elverişli bir ortamın sağlanabilmesi için gereken ücret zammı en az % 50 olması gerektiği hâlde, sarı sendikanın öncülüğünde sıfır ek ödemeye mahkûm edilmeleri şok etkisi meydana getirmiştir.

Yetkili ve sorumlularda edep kaldı mı? Bilemem…

 

ÖĞRETİM ELEMANI SORUNU

 

Gerek devlet ve gerekse de vakıf üniversitelerinde öğretim elemanı açığı iyice büyümüş bulunmaktadır. Birçoğu gerçek anlamda vakıf kimliği taşımayan ve esas olarak da ticarî amaçla açılan vakıf üniversiteleri kârlılığı düşürdüğü için öğretim üyesi yetiştirmekten ziyade (71 vakıf üniversitesinde toplam 18006 öğretim elemanı bulunmakta), devlet üniversitelerinde yetişmiş bulunan öğretim üyelerini transfer etmeyi tercih etmekte ve devlet üniversitelerinde akademisyenlere ödenen ücretlerin aşırı düşüklüğü de bu transferi hızlandırmaktadır. Diğer yandan, son açılan üniversitelerle birlikte sayısı 104’e ulaşan devlet üniversiteleri ise bir yandan bu şekilde öğretim üyesi kaybına uğrarken diğer yandan da yenilerini yetiştirmekte zorlanmakta ya da yetiştirdiği elemanları yüzüstü bırakmaktadır. Bu nedenle ülkemiz, gerek toplam nüfusu, gerek öğrenci sayısı bakımından ciddî anlamda bir öğretim üyesi açığına sürüklenmektedir.

          Nitekim 50/d kadrosunda bulunan araştırma görevlilerinin yüksek lisans ve doktoralarını tamamlamadan veya tamamladıktan sonra işten çıkarılmaları bunun en açık örneğidir. İşten çıkarılanların önemli bir bölümü tekrar üniversiteye dönmemektedir. Bu durum YÖK ve Üniversite Rektörleri tarafından bilime vurulan bir darbe olarak tarihe geçecektir.

          YÖK bir taraftan da yüksek lisans ve doktora programını yürütecek sayıda öğretim üyesi bulunmayan üniversitelerin öğretim üyesi ihtiyacını karşılamak için gelişmiş üniversitelerde yüksek lisans ve doktora yapmak üzere merkezi sınavla araştırma görevlileri almaktadır. ÖYP’li Araştırma Görevlileri olarak bilinen bu elemanlarla YÖK’ün yeterince ilgilenmediği, bunların sorunlarının çözülmesi için ciddi adımlar atmadığı sendikamıza gelen şikâyetlerden anlaşılmaktadır. Nitekim YÖK’de bunlarla ilgilenecek ve sorunlarını çözecek muhatap bulunamamaktadır. Bunların akıbetinin 50/d kadrosunda bulunan araştırma görevlileri gibi olmasından endişe edilmektedir.

          ÖYP’li Araştırma Görevlilerinin öne çıkan sorunlarından bir kısmı şunlardır: İmzalatılan kefalet ve taahhüt senedi, Yabancı Dil öğrenme süresi, evli olanların eş durumu, ÖYP Desteklerinin kullanımı ile ilgili bürokratik engeller başta gelmektedir.

          Araştırma Görevlileri genel olarak sorgulayan, eleştiren, alternatif fikirler ileri süre bilen, her önüne gelen konuya evet demeyen, kişiliği gelişmiş, sağlıklı düşünen genç beyinler olarak algılanır. Gerçekten olması gereken de budur. Ancak, geçim sıkıntısı içinde kıvranan, her gün üniversiteden atılma korkusu içinde yaşayan,  ağır ve ölçüsüz kefalet ve taahhüt senedi imzalatıldığından zamanında yüksek lisans ve doktorasını bitirememe endişesiyle kâbuslar gören ve psikolojisi bozulan genç insanlardan nasıl şahsiyetli duruş ve ileri düzeyde fikir ve bilimsel araştırma beklenebilir? Unutulmamalıdır ki, ilmi araştırmalar; rahat, güvenli ve yarınlardan endişenin olmadığı ortamlarda yapılabilir.

 

ÖĞRENCİLERİNİN BARINMA SORUNU

 

          Üniversite öğrencilerinin en büyük sorunu barınma sorunudur.Bu sorunun çözülmesi için Hükümetin ve diğer kamu kurumlarının konuya ciddi bir şekilde eğilmeleri gerekmektedir.

Bilhassa, Anadolu’ya dağıtılmış olarak yeni üniversiteler açıldıkça, eskiden belli başlı birkaç şehre giden öğrenciler şimdi bütün Türkiye’ye dağılmaktadır ki bunun sonucunda da hem eskiye nispetle daha fazla sayıda hem de son derece dağılmış bir öğrenci yelpazesi ortaya çıkmaktadır. Öğrencilerimizin ancak pek mahdut bir kısmı resmî kurumların tahsis ettiği yurt ve burs imkânlardan yararlanabilmekte ve bundan da ciddî mağduriyetler doğmaktadır. Özellikle kız öğrencilerimiz ve yeni yüksek öğretime başlayan erkek öğrencilerimiz yurt bulamamakta, bir yıl veya iki yıl sonra bulunan yurtlarda öğrencilerin barınabileceği konumda bulunmamaktadır.

Üniversite öğrenci sayısı sürekli arttığı halde, bu öğrencilerin barınma sorununun çözülmesi için aynı oranda yatırımların yapıldığını söylemek mümkün değildir. Nitekim son 10 yılda üniversite sayısı %120’ye yakın, öğrenci sayıları da %100 artarken, devlet yurtlarının yatak kapasitesindeki artış oranı ise %30 nispetinde kalmıştır. Kredi Yurtlar Kurumuna ait 345 yurtta son yerleştirilenlerle birlikte toplam 310 bin öğrenci kalabilecektir. Yurt Kur, yaklaşık 4 milyon örgün eğitimde okuyan üniversite öğrencilerinden % 8’ine barınma imkânı sağlayabilmektedir. Geriye kalan öğrenciler ya özel yurtlarda kalmakla, ya fahiş fiyatta ev kiralamakla, ya da kayıtlarını dondurmakla yüz yüzedir.

Yurt Kur’un bu yıl misafir öğrenci uygulamasını kaldırması, öğrencileri ve velileri büyük bir endişeye sevk etmiştir. Birçok il ve ilçede özel öğrenci yurdu bulunmaması, bulunanların da çok pahalı olması,  ev kiralarının da tavan yapması tedirginliği hat safhaya çıkarmıştır. Bayburt ili örneğinde olduğu gibi kiralanacak yeterli sayıda ev ve dairenin bulunmaması üniversite öğrencilerinin barınma sorununun büyük bir boyuta ulaştığını göstermektedir. Ülkemizde en çok üniversite ve öğrencinin bulunduğu illerimizden İstanbul başta olmak üzere Ankara veİzmir illerinde de yurt sorunu çözülemez bir noktaya taşınmıştır.

ÜNİVERSİTELERİN ÜVEY EVLATLARI İDARİ PERSONEL

 

Üniversitelerde çalışan memurlar 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine tâbi olarak çalışan kamu personelleridir. Ancak üniversitelerin kendilerine özgü hususiyetleri nedeni ile memurlar 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine göre kendileriyle eş değer memurların yararlandığı haklardan mahrum kalmaktadır.

Bu hak mahrumiyetlerinin başında yer değiştirme,  tayin ve nakil iş ve işlemleri gelmektedir. Her bir üniversitenin merkez ve taşra teşkilat olmadığından yani sadece bulundukları illerde bağlı birimlerinin bulunması sebebi ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tâbi olarak çalışan hiçbir memurun “özür durumu, sağlık durumu, eş durumu v.s.” sebepler ile yer değiştirme ve tayin işlemleri yapılamamaktadır. Bu tür kurumlar için çalışan personellerin yer değiştirmelerine imkân sağlayan tek hukuki düzenleme “kurumlar arası nakil” olarak görülmektedir. Fakat nakil işlemlerinde de personel öncelikle kendisini talep edecek kurum aramak zorunda kalmaktadır. Nakil olmak isteyen bir memur bir kurum bulduğu taktirde de kendi üniversitesinden “muvafakat” almak mecburiyetindedir.  Ancak bu muvafakat her zaman verilmediğinden birçok memur mağdur olmaktadır.

Bu durum çalışan personellerin; özür durumu, sağlık durumu, eş durumu v.b. nedenler ile dahi yer değiştirme yapamamaları neticesinde aile bütünlüğünün parçalanmasına, var olan sağlık sorunlarının düzenli tedavi imkânı olmadığı için daha da artmasına ve ilerlemesine, personelin çalışma performans ve kalitesinde düşüşe, yer değiştirme talebi olan ve muvafakat için kurumu ile sorun yaşayan personele yapılan keyfi uygulamalar ile psikolojik baskı oluşmasına sebep olmaktadır.

 

İDARİ PERSONELE BİR DOKUN BİN AH İŞİT

 

Bazı üniversiteler keyfi olarak Görevde Yükselme Sınavı yapmayarak hak etmeyenleri kanunları dolanarak şube müdürlüğü ve müdür kadrolarına atamaktadır. Görevde Yükselmeye Dair Genel Yönetmelik değiştirilerek şube müdürlüğü, müdür ve eş kadrolara sözlü sınavı ile eleman alınması kararı üniversitelerde büyük huzursuzluğa neden olmuştur. Bu kararla Kamuda adam kayırmacılığının önü iyice açılmış, liyakat yerine torpil sistemini esas alan yönetmelikle, ülkeyi yönetenlerin hak ve adalet anlayışı bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Türkiye Kamu Sen ve Türk Eğitim Sen olarak bu yönetmelik değişikliğine Danıştay nezdinde dava açılmıştır.

 

ŞUBE MÜDÜRÜ ve ŞEFLERİN MAĞDURİYETİ DEVAM EDİYOR

          6487 sayılı Bazı Kanunlar İle 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunla 657 sayılı Kanuna ekli II sayılı ek gösterge cetvelinde değişiklik yapılarak daire başkanlarının ek gösterge mağduriyetleri giderilerek emeklilikte Üniversite Daire Başkanlarına kısmi ve diğer daire başkanlarına ciddi bir maaş artışı yapılmıştır. Ancak üniversite daire başkanlarının ek gösterge mağduriyeti giderilirken şube müdürü ve şeflerin ek gösterge mağduriyeti giderilmemiştir. Şube müdürleri ve şefler emekli olurken bir memur emeklisi kadar emekli maaşı alacaktır.

Yine 666 sayılı KHK ile kamuda çalışanlarının ücretlerine yapılan iyileştirmelerde şeflerin unutulmuş olması, maiyetlerinde çalışan memurlarla aynı maaşı almalarına neden olmuştur. Şefler doktora yapsalar dahi kadro dereceleri 3. dereceden aşağıya inememektedir. Buda özel hizmet tazminatının düşüklüğü nedeniyle emsallerine göre daha az maaş almalarına neden olmaktadır.

FAKÜLTE, YÜKSEK OKUL, ENSTİTÜ SEKRETERLERİ ve ÜNİVERSİTE HASTANELERİ BAŞMÜDÜRLERİNİN MAĞDURİYETİ GİDERİLMELİ

          6487 sayılı Kanunla,  daire başkanlarının ek göstergesi 3000’den 3600’e çıkarılmıştır. Ancak bu düzenleme yapılırken üniversitelerdeki fakülte, yüksek okul ve enstitü sekreterleri ile üniversite hastaneleri başmüdürleri mağduriyete uğratılmıştır. Nitekim daire başkanlarının ek göstergeleri fakülte sekreterleri, üniversite genel sekreter yardımcıları ve üniversite hastaneleri başmüdürleri ile aynı (3000) iken, daire başkanlarının ek göstergeleri 3600’e çıkartılarak emekli maaşları ve emekli ikramiyeleri artırılmıştır. Üniversite daire başkanları ile aynı konumda bulunan fakülte sekreterleri ve üniversite hastaneleri başmüdürlerinin ek göstergeleri 3000’de, yüksek okul ve enstitü sekreterlerinin ek göstergeleri de 2200’de kalmıştır. Bu durum açıkça bir haksızlıktır ve acilen giderilmesi gerekmektedir.

ÖZERK ÜNİVERSİTE HAYALİ

 

Üniversitelerimizde huzuru kaçıran ve yıllardan beri çözüme kavuşturulmayan bir başka sorun kaynağı da, demokratik üniversite yapılanmasının ümitsiz bir klinik vaka haline dönüşmüş olmasıdır ki, bunun bir sonucu olarak, YÖK’ün üniversiteler üzerinde kurduğu baskıları artık bilmeyen kimse yoktur.

Akademik hayatın ihtiyaçlarına cevap vermeyen, köhnemiş, anti-demokratik, merkeziyetçi ve rektör saltanatı üzerine kurulu YÖK kanununun hâlâ olumlu bir istikamette, üniversitelerimizi katılımcı, demokratik, özerk ve daha ileri düzeyde bilim ve yüksek öğretim kurumlarına dönüştürme istikametinde değiştirilememiş olması geçen on iki yılın boş yere harcandığını gösteren en önemli bir belge olmak durumundadır.

Yıllardır üniversitelerin akademik ve idari özerkliğinden bahseden hükümet, bugün üniversitelerin idaresini öğretim üyelerini dışlayarak, iş adamları,  meslek odaları ve belediye başkanları ve siyasi partilerden oluşturmayı düşündükleri mütevelli heyetlerine devretmeyi düşünmektedir. Bu düşünce akımına YÖK’te katılmış bulunmaktadır.

YÖK tepeden aşağıya doğru yapılandırılmış bir kurum haline gelmiştir. Bu kurum içinde akademik ve idari personelin söz hakkı yoktur. Kendi dekanını ve rektörünü seçememektedir. Kendi Fakültesinde yapılacak önemli ve köklü değişikliklerle ilgili bile görüşü alınmamaktadır. Ülkemizdeüniversiteler mali ve idari açıdan özerk değildir. Batı ülkeleriyle mukayese edilemeyecek durumdadır.

Ülkemizde sorunsuz bir üniversite, sorunsuz bir yüksek öğretim için profesöründen araştırma görevlisine ve bütün idari personelin katılıp seçtiği dekan ve rektörlerle işe başlamak gerekir. YÖK′ün artık git gide bilimsel araştırma ve çalışmalarla ilgisini keserek üniversiteler üzerinde artan biçimde bir baskı aracına dönüşmesi önlenmelidir. Hükümetin daha demokratik, daha özgür ve daha gerçek şekilde akademik çalışmaların yapılmasını sağlayacak istikamette köklü değişiklikleri acilen gerçekleştirmelidir. Asıl mesele üniversitenin öncelikle bilim, teknoloji ve fikir üreten en üst düzeyde kurum olduğunu bugüne kadar iktidarların anlamaya yanaşmamaları, özgür ve demokratik üniversitedençekinmeleri ve hatta korkmaları yönündeki psikolojik sakatlık sorunudur. Bu psikolojiden hükümetler kendilerini kurtarmalıdır.

Nitekim en son YÖK’ün İlahiyat Fakültesi programlarına müdahalesi bunun en bariz örneğidir. İlahiyat Fakültelerinin ders programlarına, 22.07.2009 tarihinde müdahale eden YÖK bununla yetinmeyerek ikinci müdahaleyi 15.08.2013 tarihli toplantısındagerçekleştirmiştir. Sosyolojiye Giriş, Psikolojiye Giriş, Felsefe Tarihi, Felsefeye Giriş, Eğitim ve Bilimsel Araştırma Yöntem ve Teknikleri dersleri kaldırılmış, Din Eğitimi, Din Sosyolojisi, Din Psikolojisi, Din Felsefesi derslerinin kredisi düşürülmüştür. Kelam Tarihi, Sistematik Kelam ve İslam Mezhepleri tarihi derslerinin saatleri azaltılarak, “Kelam ve İslam Mezhepleri” adıyla tek derste birleştirilmiştir. Türk İslam Sanatları ve Türk Dini Musikisi dersleri  “İslam Sanatları ve Dini Musiki” adlı tek ders haline getirilmiştir. İlahiyat Fakültelerindeki öğretim üyelerinin görüşü kale alınmayarak, “Üniversite Özerkliği”nin söylemden ibaret olduğu açıkça ortaya konulmuştur.

SONUÇ

          Üniversitelere milli gelirden yeterli ölçüde pay ayrılmadığı, akademik ve idari personele konumlarına uygun ücret verilmediği, YÖK′e üniversiteler arasında koordinasyonu sağlama görevi, akademik ve idari personele kendi idarecisini seçme özgürlüğü tanınmadığından üniversitelerimizin sorunları katlanarak büyüdü ve içinden çıkılmaz bir noktaya, daha doğrusu çözümsüzlük girdabına dönüştü.

 

         Yrd. Doç. Dr. M. Hanefi Bostan

Türkiye Kamu Sen ve Türk Eğitim Sen

İstanbul İl Başkanı

author avatar
M. Hanifi Bostan

İlgili Haberler

EĞİTİMDE ÇÖZÜM!
Yazarlar
16 Nisan 2024
EĞİTİMDE ÇÖZÜM!

Geçen hafta eğitim sisteminin ezberci olduğunu söylemiş, neden ezberci olduğunu örnekler vererek anlatmıştım. İşin doğrusu eğitim sistemini anlatmaya da gerek yok. Eğitimin ne durumda olduğu ortada… Bilinmeyen bir mevzu değil… İyi de iyi bir eğitim nasıl olmalıdır? Öyle değil mi? Evet! Çözüm nedir? Ne yapılırsa kaliteli bir eğitim ortaya çıkar? İsterseniz size kısa ve net […]

Yazarlar
15 Nisan 2024
15 – 21 Nisan 2024 Astroloji haftalık yorum: 21 Nisan Güneş, Merkür, Venüs Dikkat!

15 Nisan haftası Güneş Tutulmasından sonraki hafta olup haftanın en olumsuz günü 21 Nisan Pazar günüdür. Güneşin katsayısı 20 Nisandan itibaren -2 seviyesine düşecektir ve Natal Güneş ve Marsı Koç, Boğa, Yengeç**, Aslan, Başak, Terazi, Akrep, Oğlak**, Kova, Balık olanları son derece olumsuz etkileyebilir. Bilhassa Yengeç ve Oğlak burçları 20, 21 Nisanda Tr Güneşden son […]

Genel
09 Nisan 2024
Tatil Fotoğraflarınız: Hırsızlara Davetiye mi, Keyifli Anılar mı?

Sosyal Medyanın Hırsızlık İstatistikleri Üzerindeki Etkisi Son yıllardaki istatistikler, bayram ve ara tatiller gibi yoğun dönemlerde artan hırsızlık vakalarına dikkat çekiyor. Ancak bu artışın arkasında yalnızca geleneksel yöntemlerin değil, aynı zamanda dijital dünyanın etkisinin de olduğunu söyleyebilirim. Özellikle sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte, hırsızlar giderek daha sofistike ve planlı bir şekilde işlerini yürütüyorlar. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte, […]

Genel
06 Nisan 2024
08 – 14 Nisan 2024 Astroloji haftalık yorum: 08 Nisan Güneş Tutulmasına Dikkat!

Haftanın en önemli olayı 08 Nisan Güneş Tutulmasıdır. Çünkü 08 Nisandaki Güneş Tutulması -1 katsayılı olup Koç, Yengeç, Terazi ve Oğlak burçlarını olumsuz etkileyebilir. Natal Marsı İkizler, Aslan, Yay, Kova olanlar ise çeşitli fırsatlar elde edebilirler. Koç burcu NATO, Yengeç burcu Irak, Terazi burcu Suriye gibi ülkeler Güneş tutulmasından son derece olumsuz etkiler alabilir. Bu […]