Hıristiyan köylü heyecanla Kanuni’ye sordu:
“Ben bu askerin mükâfatlandırılması için gelmiştim, siz onu niye cezalandırdınız?”
“Kursağında, haram lokma bulunan bir askerle zafer kazanılmaz. Bunun için ordudan attım. Eğer aldığı üzümün parasını bırakmamış olsaydı, zalimlerden olurdu. İşte o zaman kellesini bile zor kurtarırdı…”
Ben bu hikâyeleri okudukça, şaşırıyorum.
Allah – Allah diyorum.
Gerçekte böyle insanlar varmıymış?
Gerçekten böyle insanların yaptıklarının cevapları böyle mi karşılanmış!
Ya da bu bir büyüklük değil mi nasıl cezalandırılır?
Ya da Kanuni doğruyu mu yapıyor da ben hislerimle mi hareket ediyorum.
Veya o zamandan bu zamana köprülerin altından çok sular mı aktı…
Bence en doğrusu sanıyorum son söylediğim.
Şimdi o zaman yaşanmışlıkların ince noktalarını anlayamayoruz bile!
Hesaplıyoruz, düşünüyoruz.
Hani bir laf vardır ya:
Doluya koyuyorum olmuyor, boşa koyuyorum dolmuyor!
Bakış açımız mı değişmiş?
Şimdiki bir komutan olsaydı askerin bu yaptığının karşılığında onu ordudan mı atardı, alnından mı öperdi.
Ben bilemedim.
Zamanla düşüncelerimiz, doğruluk testlerimiz mi değişmiş!
Bu yazıyı aldığım yerden aynen aktaracağım sizlere…
Kanuni Sultan Süleyman Han, haçlı saldırılarına son vermek için ordusuyla sefere çıkmıştı.
Ordu, ağır – ağır ilerliyordu.
Yol dar olduğundan, ordu mecburen bağların içinden geçiyordu.
Hava çok sıcak olduğundan asker susuzluktan kıvranıyordu.
Çok güzel üzümleri bulunan, bir bağdan geçerken, askerin biri dayanamayıp, bağdan bir salkım üzüm kopararak biraz olsun susuzluğunu giderdi.
Sonra da, asma ağacına, yediği üzümün çok üzerinde bir para bağlayarak, yoluna devam etti.
Çok geçmeden mola verildi.
Asker, kan ter içinde bir köylünün koşarak geldiğini gördü.
Hıristiyan köylü ısrarla Padişah ile görüşmek istiyordu.
Köylüyü Kanuni’nin huzuruna götürdüler. Kanuni sordu:
“Nedir bu hâlin, kan ter içinde kalmışsın, yoksa askerler sana zarar mı verdi?”
“Ben şikâyet için değil memnuniyetimi bildirmek için geldim. Böyle bir askeri, böyle bir komutanı tebrik etmemek insafsızlık olur.”
“Askerlerim sizi memnun edecek ne yapmışlar?”
“Askerleriniz bağdan geçtikten sonra, asmanın dalında bağlı bir kese gördüm. İçini açtığımda para vardı. Dikkatli baktığımda, bir salkım üzümün koparıldığını gördüm. Anladım ki koparılan üzümün parası olarak bırakılmış. Sizde böyle güzel ahlaklı asker olduğu müddetçe sırtınız yere gelmez.”
Kanuni, derhal o askerin bulunmasını emretti.
Hıristiyan köylü, bu askere ne gibi mükâfat verecek diye merakla beklemeye başladı. Nihayet asker bulunup, Padişahın huzuruna getirildi.
Kanuni, (Niçin izinsiz iş yaparsın? Parası verilmiş olsa bile, sahibinden habersiz mal almanın caiz olmadığını bilmiyor musun?) diye askeri azarladı.
Sonra da, (Bu asker derhal ordudan uzaklaştırılsın) diye emir verdi.
Hıristiyan köylü heyecanla Kanuni’ye sordu:
“Ben bu askerin mükâfatlandırılması için gelmiştim, siz onu niye cezalandırdınız?”
“Kursağında, haram lokma bulunan bir askerle zafer kazanılmaz. Bunun için ordudan attım. Eğer aldığı üzümün parasını bırakmamış olsaydı, zalimlerden olurdu. İşte o zaman kellesini bile zor kurtarırdı…”
Aynı ordu, Belgrat yakınlarında, yine mola vermişti.
Askerler, susuzluklarını gidermek, abdest almak için çeşme arıyorlardı.
Bir manastırın yakınında çeşme bulup, ihtiyaçlarını giderirken, rahip, birkaç rahibeyi iyice süsleyip, çeşmenin başına gönderdi.
Kadınların geldiğini gören askerler, hemen çeşmenin başından çekilip, sırtlarını döndüler, süslü kadınlara yan gözle bile bakmadılar.
Bu durumu uzaktan ibretle seyreden rahip, hemen Haçlı kumandanına şunları yazdı: “Siz bu ordu ile nasıl başa çıkabilirsiniz? Bunlar kadına-kıza, mala-mülke önem vermiyorlar. Bütün mal ve mülklerini feda ederek, Allah yolunda savaşıyorlar. Herkese karşı iyi davranıp, kimseye zulmetmiyorlar. Siz onlardaki bu özellikleri ortadan kaldırmadan, onlarla savaşırsanız, canlarınızdan ve mallarınızdan mahrum kalacağınız açıktır. Kendinizi ölüme atmayınız!”(alıntı)
İkinci hikâye de çok etkili.
Fevkalade bir şey!
Düşünün savaşa gidiyorsunuz.
Düşünün uzun süredir yollardasınız.
Düşünün ay parçası kadınlar süslenmiş, püslenmiş geliyorlar!
Hayretler içerisindeyim.
Demekki bir zamanlar böyle adamlar varmış.
Masal gibi!
Nazan Şara Şatana
İlgili Haberler
İstanbul takımlarının stadında, gazetecilere ayrılan basın tribününün neredeyse tümünde maç izlemişimdir. Gazetecilere ayrılan basın tribünü sadece Türk gazetecilere değil akredite olan yerli-yabancı tüm gazetecilere açıktır. Özellikle Avrupa maçlarında yurt dışından gelen yabancı basın mensupları, Türk takımlarının statlarına hayran kalıyor. İLGİLİ HABER NORMALLEŞMEK Hayran kalıyor kalmasına da acaba bu durum “basın tribünü” için geçerli midir? Beşiktaş ve Fenerbahçe’nin basın tribünü gayet modern bir dizayna sahipken, […]
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) iştiraki Spor İstanbul tarafından organize edilen Türkiye İş Bankası 46. İstanbul Maratonu, bu yıl 3 Kasım Pazar günü koşulacak. 40 binin üzerinde kişinin katılması beklenen İstanbul Maratonu, sürdürülebilirlik ve bağış konusunda ilklere imza atacak. Giysi Kumbarası projesi ile sporcuların temiz ve kullanılabilir kıyafetleri yeniden hayat bulacak. 46. İstanbul Maratonu ayrıca en […]
Cumhuriyetin ilanının 101’inci yıl dönümünde kutlamaların İstanbul’daki merkezi bu yıl da Kadıköy oldu. Bağdat Caddesi’nde yapılan Büyük Cumhuriyet Yürüyüşü’ne yüz binlerce kişi katıldı. Yürüyüş sonunda konuşan Kadıköy Belediye Başkanı Mesut Kösedağı “Cumhuriyet bu ülkenin evlatlarının en büyük ve en kıymetli mirasıdır. Bu mirasa sonsuza kadar sahip çıkacağız” dedi Bağdat Caddesi’nde düzenlenen Cumhuriyet yürüyüşleri ile her […]
Bitiyatro ve Nejat İşler’in (Meddah) ortak yapımcılığında Fil Rüyası, 11 Kasım’da Baba Sahne’de prömiyer yapıyor. Günsu Özkarar’ın Galata Perform’un eğitimleri sırasında yazdığı bu oyun, Sınırlar Ötesi Tiyatro 11. Yeni Metin Festivali’nde okuma tiyatrosu olarak gösterime sunuldu. Bir terapist ile danışanın seanslarında ortaya çıkan güven, sadakat ve aşk temaları çerçevesinde bilinçaltına bir yolculukla başlayan oyunda terapiyle […]