İstanbul kızgındı, kükrüyordu. Belli sinirli, belli delirmişti.
Karanın karası, gri ve morun en kötüsü en sevimsiz tonları hatta vahşi halleri…
Gökyüzünden aşağılara inmek, can yakmak için adeta birbiri ile savaştaydılar.
Karanlıkta bu kızıl renkler neydi! Bu siyah gecede bu koyu gri ve koyu patlıcan moru
nasıl görünüyordu ve sevimsiz halleri ile…
Aralarında daha kızgın daha öfkeli ve hiddetini belli eden şimşekler renklerin her tonu
ile İstanbul’un üstünde arada bir çakmak çakar gibi çakıyorlar ve söyleyecek daha
çok sözleri varmışta sonra söylemek isterlercesine hızla çekip gidiyorlardı.
Sonra pişman,
Sonra nadim, hızla geri geliyorlar yine çakıyorlar birkaç kere, bir daha, bir daha…
Sesi ile yeri göğü inleten yıldırımlar bu gökyüzü kıyametine eşlik etmek için
uykusundan uyandırılmasına sinirlenmiş, hızla gelmek için hışımla yerinden kalkmış,
koşarcasına ve tüm lanetini İstanbul’a yağdırmak, ateş etmek arzusu ile geliyordu…
Kollarını gökyüzünden aşağıya doğru tutması, parmaklarından aşağıya hızla inen
yıldırımları izlerken kahkaha atması orada bulunan bir başka güçlüyü son derece kızdırmıştı.
Nasıl geliyordu?
Aman Allah’ım!
Yeri göğü yıkarak, ezip geçerek ve homurdanarak, söylenerek en çok da bağırıp gürleyerek…
O gök gürültüsüydü.
O bağıracaktı, gürleyecekti.
Ay korkmuş, yıldızlarla bir olmuş çoktan çok ama çok uzaklara gitmişlerdi.
Bir şey gerekiyordu. Bir şey olmalıydı.
‘AĞBET’ gerekiyordu. (Ağbet yüzü nurlu demektir.)
Bir ışık bir nur gerekiyordu. Bu gece İstanbul’un üstüne gelecek…
*
Caddelerde ışıklar azalmıştı bu gece.
Lambaların feri sönmüştü adeta
Yağmur şiddetli, rüzgâr şiddetli, gök gürültüsü şiddetli
Kuşlar yok olmuşlar.
Canlı sesler uzaklara kaçmıştılar…
*
Rüzgâr hiçbir yere gidemeyecek kendini kollayıp koruyamayacak olan ağaçları
sallıyor gücünü dallarını nasıl koparırımın çabası içinde harcıyordu.
Caddeler sayım günü havasında, sokaklarda yuvarlanan birkaç naylon torba…
Kediler bile yok, kaçmışlar, korkmuşlar belikli saklanmışlar… Dar sokaktaki eski
konak benzeri evin üst katında ışık diğer evlere göre, dışarıdaki karanlığa inat bir
hayli aydınlıktı. Camda bir kadın dışarılara bakıyordu.
Kadın gençti güzeldi…
Esmer kadınların sıcak havası onda inanılmaz şekilde belirgindi. Gözlerinin esmer
tenine inat yosun yeşili rengi de ona esrarengiz bir hava veriyordu.
İnce narindi ve saçları nerede ise beline kadar uzundu. Şimşek çakınca, gök
gürültüsünün sesi de iyice yüksek olunca! Genç kadın camdan bir adım arkaya atmak
zorunda kaldı.
Korkmuştu…
Dışarıya inat oldukça canlı hareketli yoğun enerjili bir odaydı burası. Her yer renkliydi,
doluydu… Kadın güzel, kadın kendinden emin ve kadın bir o kadar da şuhtu.
Hareketliydi kıpır – kıpır. Yerinde duramıyor gibiydi.
Yağmurun, şimşeklerin, fırtınaların göklerden alıp aşağılara indirdiği enerjilerden bir
hayli nasibini almış gibi duruyordu.
Ağbet – senaryomdan bir damla…
Nazan Şara Şatana