Atasözleri yaşanmışlıkların hatıralarıdır.
Yaşamışlar, görmüşler ve konuşmuşlar. Elbette bu sözlerin zamanımıza uymayanları da mevcut ben ekseriyettinden söz ediyorum.
Bir ata demişki:
“Akıl yaşta değil baştadır.”
Oysa bizler akıllı insanlara saygı, akıllı çocuklara sevgi gösteririz. Aklı fazla bir çocuğa da hayretle bakarız.
“Vay be ne akıllı çocuk!” Takdir ederiz elbette. Ama o kadar!
Aklı anlama, kavrama ve düşünme gücü olarak biliriz.
Olgunlaştıkça akıl gelişir. Hâlbuki akıl, yalanla gerçeği ayırt edebilir, düşündürebilir, görüş bildirebilir. Aslında akıl olayını küçük bir cümle ile tanımlayabiliriz. ‘Düşünme, anlama ve kavrama…’
Aklın bir yeti olduğunu düşündüğümüzde, şunu da ilave etmemiz gereklidir.
‘Akıl, kavramlarla düşünme yetisi!’
Akıl enteresandır. Vücudumuzun hangi organlarını; yaşam deneyleri ile geliştirilebilirsiniz ki? Akıl desteklendikçe güçlenir. Akıl, birbiriyle bağlantı kuran, inceleyen, kıyaslayan düşünen ve anlayandır. Kelimelerin ve kavramların anlamlarını bilmedir.
Zekâ nedir? Onun içinde akla benzer tanımlar mevcut. Bazı farklılıklarla beraber! ‘Düşünme, akıl yürütme, algılama, yargılama ve sonuç çıkarma…’
Zekâ ile akıl farklı çalışıyorlar.
Akıl karar verendir, seçim yapandır, tercih edendir. İrade sahibidir.
Bilen kişiler diyorlarki; Zekâ irade sahibi değildir.
O aklın faaliyetleri için gerekli verileri toplarmış.
Akıllı olmak için zekâ şart.
Şöyle bir tanıtım var; zekâ, aklın kullanılması için verilmiş bir motor! Hoşuma gitti.
Elbette motorun kullanılması akla ait.
Faydalı, verimli kullanmak onun elinde…
Değilmidir ki, zekâ beş duyusuyla ortak hareket ediyor, algılıyor ve sunuyorsa aklın onu hareket ettirmesi içinde zaman başlamış oluyor.
Zekâ, düşünme yeteneğini sağlatıyor, düşünerek ruh yapımızı güçlendiriyoruz. Düşünmek için zekâ gereklidir.
Çocukluğumdan beri söylenmiş iki cümle benim aklımı karıştırmıştır. İnanın yabancılar bile bu sözleri biliyor.
Burada çok ünlü bir mektup var.
Çok ünlü sözler var.
Rica ile emir aynı anda sunulmuş!
Şaşkınlık ve anlamakta zorluklar var.
‘Nasıl sözler bunlar Allahım?’ dedirten cümleler var.
Düşünün lütfen bir mektup yazıyorsunuz tarih değişiyor. Mektubun neticesinde yapılanlar yapılmamamış olsaydı, o mektup hiç yazılmasaydı.
Tarih nasıl yazılırdı?
Çok kıymetli yaşanmışlıklar var.
Bazı olayların oluşması için çok akıllı olmak gerekir, çok zeki olmak gerekir. Enine boyuna düşünmek gerekir.
Bütün bunlar için iyi donanımlar gerekli, iyi bir eğitim, bezenmiş akıl ve fikir gerekir, zekânın mutlaka çok hareketli olması, görevlerini iyi yapması, iyi algılayıp aklı yönlendirmesi gerekir.
Ben Fatih Sultan Mehmet’ten söz ediyorum.
Onun on üç yaşında iken babasına yazdığı mektuptan bahs ediyorum.
Sultan II. Murat Osmanlı’da olmayan ve olmayacak bir şeyi yapmış. Padişahlar oğlumuz tahta geçer, ben artık padişah olamam diye evlatlarına karşı akıl oyunları oynarken! II. Mahmut:
“Oğlumu hâl-i hayatımda tahta geçirem, tâ ki gözüm bakarken görem, ne vechile padişahlık eder”
Muhteşem Yüzyıl’ı izlerken, Kanuni Sultan Süleyman’ın taht için yaptıklarına ağlamıştık. Tabi tarihi bilmek ve anlamak gerekli ama netice aynı!
Babadan evlada geçen taht olayında babaların tahttan vazgeçmeme istekleri!
II. Murat’ın tam tersi isteği!
Şehzade Mehmet, Sultan Mehmet olmuş olmasına da o daha çocuk. Belki çok akıllı, belki çok zeki, belki donanımları çok küçük yaşta edinilmeye başlatılmış ama neticesinde bir çocuk ve su uyur düşman uyumaz misali Avrupa’lılar da uyumamışlar tabi…
Hemen Osmanlı’lılara karşı Haçlı Seferleri hazırlıklarına başlamışlar.
100.000 kişilik bir haçlı ordusu hazırlanmış. Polonya Kralı Ladislas ve Macaristan kralı Yanoş Hunyad Osmanlı’ya karşı birlikte hareket etmeye başlamışlar.
Niyetleri Osmanlıları Balkanlardan atmakmış.
Sefere çıkmışlar.
O zamanlarda veziriazam Çandarlızade Halil Paşa’ymış.
Durumu derhal Sultan Murad’a bildirmiş. Ordunun başına geçmesinin gerekliliğini de anlatmış ama nafile… Sultan kararlı ve oğlunun meseleyi halledeceğine inanıyormuş. Tabi burada Sultan Mehmet’e duyulan güvene de bakılmalı. Babasının daha 13 yaşında tahta geçirdiği ve Padişah yaptığı oğlunda ne cevherler olduğunu hissetmesi ile de anlaşılıyor.
Sultan Murat kabul etmiyor ve ordunun başına geçmiyoruş.
13 yaşındaki padişah işte orada asrın mektubunu yazmaya başlıyor.
İşte benim akıldı, zekâydı diye takıntılarımın asıl sebebi olan mektup.
Defalarca okumuşumdur, çok kereler düşünmüşümdür.
İçinde akıl var ama cürette var. İçinde baba oğul ilişkisi var. İçinde iki padişahın çatışması var, içinde tamamen zekice, tam isabet diyeceğimiz bir akıl oyunu var.
İçinde çağ atlatacak, İstanbul’u alacak, dünyanın en tanınmış Osmanlısı olacak olan Fatih Sultan Mehmet var.
“Eğer padişah siz iseniz, bu müşkil vaziyette devletinizin başında olmanız icab eder. Yok eğer padişah biz isek, size emrediyorum, hemen ordunun başına geçiniz!”
II. Murat’ın tahta geçme isteği olmamasına rağmen oğlunun yazdığı ve beklenmeyecek üsluptaki mektubu ve işin vahammiyetini anlatan Vezir-i Azam Çandarlı Halil Paşa’nın israrlı çağrısı ile birleşince!
II. Murat askerleri ile manisa’dan istanbul boğazına doğru hareket etmiş.
Burası bir hayli önemli!
Her asker için birer duka vererek, Ceneviz Gemileriyle Rumeli’ye geçmiş.
Oğlunu ve vezirini Edirne’de bırakmış Varna’ya doğru haçlı ordularını karşılamak üzere yola çıkmış.
Netice Osmanlı’nın zaferi,
II. Murat’ın zaferi,
Genç padişahın zaferi…
Bazı olaylar tarihi değiştirir.
Tarihi değiştiren her ne ise içinde akıl vardır, zekâ vardır…
Bu hayatta akıllı olmak gerekir. Bunun içinde aklımızı beslememiz ve çok yatırımlar yapmamız şart…
Nazan Şara Şatana
Varna Muharebesi veya Varna Savaşı, 10 Kasım 1444 tarihinde,
Papalık önderliğinde Macar, Leh,
Eflak ve çeşitli Balkan milletlerinden oluşan,
Kral I. Ulászló komutasındaki Haçlı ordusu ile
II. Murat önderliğindeki Osmanlı ordusu arasında bugünkü
Bulgaristan’ın Varna şehri yakınında yapılmış bir savaştır.
Osmanlı ordusu kazanmıştır.(vikipedi)