Yıllar önceydi. Ülkemiz Somali kıtlıktan kırılmıştı. Bir umutla kilometrelerce yol kat ederek mülteci kamplarına giderdik. Yolda ölenlerimiz olurdu. Ölmeyenler kedini şanslı kabul ederdi.
Biz de kampa ulaşmıştık. Kardeşim SUROV henüz 12 aylıktı ve oracıkta açlıktan vefat etti. Küçük kardeşimin cesedi başında çaresiz gözyaşlarımı akıtırken ben birileri resimlerimi çekiyordu. Bugün gibi gözümün önünde o manzara. Ne açlık aklıma geliyordu ne susuzluk. Küçük kardeşi ölmüş bir abi olarak hicran ve çaresizlik içinde sadece ağlayabiliyordum.
Her gün başka başka çocuklar ölüyordu. Anneleri başlarında ağıt yakar ağlardı. Ben her ölümde yeniden kardeşimin ölümünü yaşardım sessizce. İçecek su bulamıyordum ama gözümden yaşlar damlıyordu her aklıma geldiğinde.
Bir gün Kalabalık bir grup geldi. Başlarında uzun boylu heybetli bir adam. Herkes koşuşturuyordu etrafında.
Henüz çok küçüktüm bilmiyordum kimdir o gelenler. Yürürken o kalabalık en öndeki o uzun boylu adam şöyle bir baktı gözlerimin içine. Ne o bakışı unutabilirim yıllardır. Ne de o gözleri. Öyle bir baktı ki gözlerimin içine. O anda sanki karnım doydu ve susuzluğum yok oldu. Kardeşimin gözleri vardı gözlerinin içinde.
Etrafındaki adamlar koliler taşıyordu. Her kolinin üzerinde hani şu bizim salonda var ya kırmızı bir bayrak o bayraktan vardı. Ben hep kendimi o yıldız gibi hayal ederdim. Ve hilali beni kucaklamak için kollarını açmış annem gibi babam gibi düşünürdüm.
Sonradan öğrendim o gelen adam Türkiye Devletinin başbakanıymış. Beyaz tenli insanları pek görmemiştik onlar gelene kadar.
Sakın bugüne bakıp aldanmayın O zamanlar Türkiye bugünkü gibi, süper bir devlet değildi. Henüz en zengin devleti de olmamıştı.
Ama gönülleri zengin yetmiş dört milyon insanın oluşturduğu bir devletti söz konusu olan. Sonradan öğrendik ki çocukları bile kendi aralarında kampanyalar düzenleyip harçlıklarını bize göndermiş bu devletin.
Ne olduysa o tarihten sonra oldu. Arkası arkasına gelen beyaz insanlar oldu ülkemize, O gelen insanlar bir işçi gibi çalışıyordu koşuşturuyordu etrafımızda, kimi su kuyuları açıyordu, kimi Hastaneler, okullar inşa ediyordu bir gayretle. Kimileri yemek taşıyordu açlarımıza. Her birinin elbisesinde o kırmızı ay yıldızlı bayraktan vardı. Bayrağın altında kâh Kızılay yazardı kâh Diyanet işleri, bazısında Deniz Feneri yazısını okurduk bazısında Kimse Yok mu Derneği.
En kolay telaffuz edebildiğimiz İHH idi. Sadece üç harften oluştuğu için. Bu isimleri bir kurum olarak değil de sanki çocukluk dünyamızın kahramanları gibi canlandırırdık hayallerimizde. Oyun oynarken arkadaşlarımızla oyunun kahramanı olan, bu isimlerden birini yakıştırırdı hep kendisine.
Sonra Türkiye devreye girdi. Benim kardeşime olan şefkatimden daha büyük bir şefkatle. Dışişleri bakanıymış güler yüzlü bir adam sık sık boy göstermeye başladı ülkemizde. Asla bitmez sandığımız İç savaş sona erdi. Büyük büyük makineler geldi ilk defa gördüğümüz. Şantiyeye döndü her taraf, bir taraftan yollar yapılıyordu bir taraftan hastaneler,Yol kenarındaki kemik yığınları kaldırıldı birkaç gün içinde.
Artık ölmüyordu çocuklar açlıktan. Anneler çocuklarından birini diğerine tercih etmek zorunda kalmıyordu.
Şimdi anladınız mı neden kırmızı rengi çok sevdiğimi evlatlarım. Neden ben her Cuma o bayrağın karşısına geçip gözyaşı döküyorum. Neden her Cuma oturup O tarihteki Türkiye devletinin yöneticilerinden ölenlerin ruhlarına yasinler okuyorum. Neden isimlerini bilmediğim resimlerini görmediğim Türk kardeşlerime fatihalar gönderiyorum.
Benim sizlere vasiyetim bu alışkanlığımı devam ettirmeniz ve kendi çocuklarınıza da bu vasiyeti yapmanızdır evlatlarım.
Av. Zinnur Kaya