MENÜ ☰
Esentepe Avrupa Konutları
Kadıköy Gazetesi » Yazarlar » Bu tablonun bir ismi vardır mutlaka, bir eli öpülesi üstadı da vardır.
Nazan Şara Şatana

Bu tablonun bir ismi vardır mutlaka, bir eli öpülesi üstadı da vardır.



Yağlı boya tabloları izlemek, uzun uzadıya çok keyif aldığım has zamanlardır. Ben o

tabloların renklerinin ve siluetlerinin arasında erir giderim. Garip duygular yaşarım…

O anlar olağan üstü hallerdir!

Geçenlerde Osmanlı resimleri adı altında bir dergi geçti elime. Bir resme takılıp

kaldım. Bir süre sonra resmin çok içindeydim. Mutlaka bu tablonun bir ismi vardır,

bilmiyorum. Bunu yapan öpülesi ellere sahip bir üstadı vardır, bilmiyorum. Bildiğim

beni etkilediği alıp o dönemlere götürdüğüdür.

Sizlere onu anlatmaya çalışacağım. Onu derken tabloyu, tabloda gördüklerimi,

hissettiklerimi…

Bir cami, bir minare görülmekte! Cami heybetli. Heybetli dedimse öyle altı minareli

camilerle karıştırmamak lazım… Cami zaten kutsal olduğundan büyüğü de, küçüğü

de heybetli görülür. İhtişamlıdır. Uzun yıllar önce Bulgaristan’dan kara yolu ile

geçiyorduk. Uzaklardan bir minare ve cami görmüştük. Düşünün Bulgaristan’da

oldukça mütevazı bir cami bulunduğu yer ve konum nedeni ile bana Selimiye Camisi

gibi görkemli gelmişti. Cami Allah’ın evi daha ne olsun.

Yanındaki evler ondan boyca da ence de kısa- küçük. Evin hemen arkasında bir

ağaç var. Aman ne kadar güzel bir ağaç, aman ne kadar büyük bir ağaç. Üst dalları

minare ile yarışır halde. Taze filizler ezan sesleri ile mutlaka coşuyor olmalılar ki

hızlı bir büyümeyi ressam resmetmiş. Nasıl mı belli oluyor? Oda şöyle; üst dallardaki

yapraklar fıstıki yeşil, açık yeşil, yeni yeşil renklerinde belli ki çok körpe, çok filizler.

Sadece bir farkla hadlerini bilmiyorlar. Onlar kim minare ile boy ölçüşmek Kim?

Caminin önünde görülen şadırvan ne kadar gizemli… Bize gelenlerden, o

dönemlerden kalanlardan da farklı. Bir değişik, bir gururlu, bir sevapkar çeşmelerin

olduğu şadırvan! Allah’ım bu resmin her bir karesi içimi serinletiyor. Ne çok hoşuma

gitti maşallah… Şadırvanın yanında iki kişiyi işlemiş üstat da çok seçilir değil. Belli ki

abdest alıyorlar.

Caminin görüntüsünü hemen bitirmemek gerekiyormuş! Daha bir dikkatlice bakınca,

cami avlusu beyaz duvarla devam ediyor. Bitişiğinde turuncu renkli bir ahşap bina

var. Bir ev daha! Bu ev diğerinden farklı, cami avlusunun içinde… Bu cami ile birleşik.

Caminin kapısında iki kişi daha var. Onları da uzaktalar çok net seçemiyorum.

Burada beni etkileyen bir başkadan söz edeceğim. Bu cami denizin hemen yanında,

bitişiğinde… Nerede ise dalgalar hızlansa caminin avlusuna gelecekler. O kadar

yakın. O zamanlar adı kayıksa da, bu zamandaki kayıklara benzemeyen bir taşıt

var, hemen denizin kara ile yakınında… Taşıt! Ne kadar tuhaf bir kelime kaldı

bu anlatıların yanında. Su üstünde gezen bir şey… Bir çeşit yelkenli – desem

diyemiyorum. Bildiğim yelkenli büyük değil miydi? Biz buna yelkenlinin küçültülmüş

şekli diyelim. Pek farklı, pek nadir, pek güzel bir şey bu… Kayıkçı ya da tekneci! Oda

var kayığın bir yerinde belli belirsiz.

Deniz kızgın değil ki, doğanın annesi henüz o zamanlar bu zamanki kadar

sinirlenmemiş. Sakin, asude uykusunda… Dalgalar savurmuyor üstündekileri, gittikleri

yerdekileri, kumları tarumar etmiyorlar. Zarif, sakin bir şekilde güneşe, güneşte

dalgaları olan denize gülümsüyor. Bu muhabbetten olsa gerek iskele tahtadan küçük,

minik pek iğreti gibi duruyor. Merdivene benzer kazıklarla tutturulmuş üstünde tabiî ki

ahşap birbirine eşit gibi duran tahtalarla sağlamlaştırılmış halde… Yine denizle sakin

güzel selamlaşmakta… Sakinlik her yerde…

İskelenin hemen yanında küçük bir kayık… İşte buna rahatlıkla kayık diyebiliriz.

Kayıkta bir adam… Elinde sırık benzeri küreği ile denizden destek ayakta durmakta

ve iskeledeki bir başka zatı muhtereme belli ki meramını anlatmakta. Onun hemen

arkasında, biri sarı diğeri turuncunun kırmızıya kaçmış hali, başlarında beyaz örtüleri,

iki taze arzı endam etmekte ne güzel! Sepet var ellerinde tamam şimdi oldu. Bu

tazeler balık almaya gelmişler besbelli. Balıkçı meramını anlatmakta dediğimde pek

de haksız değilim galiba. Öndeki bey arkadaki tazelerin bir yakını olmalı, balığı almak

için pazarlık yapmakta, bunu da anlamış olduk bu vesileyle.

Bayanların hemen ardında-arkasında hani bir evden söz etmiştik hatırladınız mı?

Caminin yanında, evet o evin önünde beyaz gölgeliklerin serinlettiği bir yer gözümüze

ilişiyor. Yerde örtünün üstünde minderler, yaslanmak üzere halı sedir yastıkları…

Ona oturmuş keyfi tam anlamıyla yerinde bir bey… Biri de ona doğru, belli ki bir şey

demek için ya da ikram için eğilmiş. Oh ya. Güzelliklere bakın.

Resim bitti. Baktım gitti. Hayır, öyle olmadı. Resim bitmedi. Baktım ama gidemedim.

Öylece kaldım. Resim ne kadar rahattı. Rahat resim nasıl oluyor?

Şöyle: Herkes sakindi, deniz sakindi, evler sakindi. Renkler sakindi. İnsanlar

birbirlerine saygılıydı. İnsanlar birbirlerine kibar ve naziktiler. İnsanlar doğaya karşı

sorumlu ve dikkatliydiler. Deniz sakindi. Hırçın, kızgın, kavgacı, ayıp, günah, yasak,

kötülük! Bunların hiç biri yoktu. Çok sakindi her şey.

İçim açıldı. İnanın huzur duydum. Bir tablonun beni bu kadar rahatlatması!

Sanat nelere kadir…

Kim bilir kimdi bu ressam?

Kim bilir burası neresiydi?

Kim bilir ne kadar zaman önce yaşanmıştı, bu bir ana sığan, birkaç saatin

anlatıldığı sahne…

Nazan Şara Şatana

📆 11 Nisan 2011 Pazartesi 09:56   ·   💬 0 yorum   ·  
ABS Kör Kalıp

KADIKÖY'DE HAVA

İSTANBUL

BLOG

YAZARLAR

RÖPORTAJLAR

BAĞLANTILAR

Kadıköy Gazetesi
Gizliliğe genel bakış

Bu web sitesi, size mümkün olan en iyi kullanıcı deneyimini sunabilmek için çerezleri kullanır. Çerez bilgileri tarayıcınızda saklanır ve web sitemize döndüğünüzde sizi tanımak ve ekibimizin web sitesinin hangi bölümlerini en ilginç ve yararlı bulduğunuzu anlamasına yardımcı olmak gibi işlevleri yerine getirir.