สล็อต

betflix

SOSYAL MEDYA HESAPLARIMIZ

MOBİL UYGULAMALARIMIZ

Kadıköy Gazetesi

Paylaş
veya
aşağıdaki bağlantıyı paylaşın:
Anasayfa Genel Flaş

“İmralı Görüşmeleri İle Türkiye Kaybedecek”

Yayınlanma:
ABONE OL

Adaletin bildiğim bir sürü anlamı vardı; zulm etmemek, herkese hakkı olanı vermek, layık olduğu muameleyi yapmak, haksızları terbiye etmek…Onun bundan fazlasını başardığını görüyordum, teraziyi bir tarafın ağırlığına rağmen nasıl dengede tutabildiğini sormalıydım. Sahibine yakışır şekilde adaletli, insaflı olmanın formülünü onun sesine yüklediği tondan, kalbinin tokmağından çıkartmalıydım. Zulmetme diyen adaletten, başkasının zulmünü def eyleyen Dad’tan da öte söyleyecekleri vardı onun. İşte bu nedenle ben derim ki, Talat Şalk’a kulak verme zamanı…

“TÜRKİYE DOĞUMLUYUM”

Türkiye doğumlusunuz ama aileniz göçmenmiş.  Peki dünyaya intikalinizle ailenizde değişen şeyler neler olmuş?

Evet ben Türkiye doğumluyum, ailem göçmen. Zaten Trakya’da yerli aile azdır. %90’ı göçmendir. Onlar 1930’da gelmiş, ben 1938 doğumluyum. Çocukluğum, normal bir çocukluktu. Her çocuk gibi futbola, oyuna meraklıydım. İlkokul 3.sınıftan sonra tarih okumaya merak saldım. Bölüm olarak tarihi seçtim ama sonra daha hareketli olur diye hukuk fakültesini seçtim.

“HUKUK’U HAREKETLİ DİYE SEÇTİM”

Tarihi romanlara olan merakınız, sizi bir yıl Edebiyat Fakültesi’nde okumaya itmiş. Peki edebiyatı hukuka katık yapan şey ne oldu? Kendinizde fark ettiğiniz güç, sizi edebiyattan fazlasını kaldırabileceğinize mi inandırdı?

Hareketli hayatı seviyorum. Hukuk daha hareketli. Belki edebiyatta da hareket var ama okurken hukukun daha hareketli geçebileceğini düşündüm. Gerçekten de, meslek hayatım başından sonuna hareketli geçti. O sebeple tercih ettim. Tarih hayatından da hiçbir zaman vazgeçmedim.

Tarih belki hukuk çalışmalarınızda da ışığınız oldu.

Tarih bilinci olunca insanda belki olaylara daha farklı bakılabilir. Diğer arkadaşlarımdan daha farklı yorumlayabilirim. Bu farklar var.

“BEN KOMPLO TEORİSYENİ DEĞİLİM”

“ÖCALAN, PKK’YI MÜSTAKİL OLARAK KURMUŞTUR”

“İmralı’da Öcalan’a soruldu” kitabı da tarihi bir anlam taşıyor.

O kitapta gerçekleri yazdım, hiç abartma yok. Komplo teorisyeni değilim. PKK ile ilgili yazı yazan bir çok insan var, PKK’nın kuruluşunu çeşitli çeşitli başkentlere bağlıyorlar, bir çeşit komplo teorisi. Tabi onların dedikleri de doğru olabilir ama delilleri göstermek kaydıyla…Kimisi, “Mit kurdurdu” diyor. Ben MİT kurdurdu diye düşünmüyorum.MİT, Öcalan’ı bir zamanlar ajan olarak kullanmış olabilir. Ama sonradan Öcalan, PKK’yı müstakil olarak kurmuştur. Bugün geldiği durumda belli.

“TRT’DE ÇALIŞAN BİR KIZIM VAR”

Fakültenin son sınıfında evlendiniz ve bildiğim kadarıyla Mimar bir kızınız var, Hülya Hanım.

Mimar bir kızım var, doktor bir oğlum var, TRT’de çalışan başka bir kızım var. Havelsan’da çalışan bir kızım daha var…

“ÖZEL HAYATIM HEP DÜZGÜNDÜ”

“İNSAN TEHLİKE İLE YAŞAMAYA ALIŞIYOR”

Eşinizi hediyelerle şaşırttığınızı biliyoruz. Peki aile yaşantısı düzgün olmayan bir Savcının, özel hayatındaki olumsuzluklar, çalıştığı belgelerde kendini nasıl gösterir? Aile hayatınızın düzgünlüğünden mesleki anlamda nasıl faydalandınız?

Özel hayatım düzgündür. Çocukluk yıllarımdan itibaren aile hayatım daima düzgün oldu. Sosyal bir insanım. Eşimden de mesleğimle ilgili bir şikayet görmedim. Mesleğimin sıkıntılarını onlar da yaşadılar. DGM’ye girdikten sonra, üniversitede okurken, rahatsız edilmesinler diye, benim kızım olduklarını bile söylemeye korktular. Savcı iken özel sıkıntılar olmadı ama DGM’ye geçince bazı sıkıntılar oldu. Ben sonradan alıştım. İnsan, tehlike ile yaşamaya bir müddet sonra alışıyor.

“KIZILTEPE’DE RAHAT SAVCILIK YAPTIM”

Tehlike ile yaşamanın ilk adımı, ilk tayin yeriniz Mardin-Kızıltepe oldu… Burada yaşadıklarınız, Savcılığınızın ileriki yıllarında size neler kazandırdı?

Kızıltepe’yi tanıdım, oranın insanını tanıdım. Benim oraya tayin edildiğim ilk yıllarda, PKK’nın adı bile yoktu. Sadece bölücü hareketinden bahsediliyordu. O zamanlar Molla Mustafa Barzani sağdı. Halk bazı adamları “Bunlar Barzani’nin adamları” diye gösterirlerdi. Onlar da, bir elin parmaklarını geçmezdi. Kızıltepe, cinayet işlenen, kan davalarının olduğu bir yerdi ama Kızıltepe’de rahat savcılık yaptım. Kızıltepe’de sokaklarda, yalnız başımıza yürüyorduk. 1978’li yıllardan sonra şartlar değişmiş olarak gördüm.

“KÜRT OLMAYINCA PKK’LI OLMUYORLAR”

Evet, sonradan ortaya çıkan şeyler oldu, Mardin sokaklarında da tehlikelerle karşılaştınız.

Mardin’de karşılaştım, kitabımda da yazdım. Mardin’in halkı Kürt değildi. Kürt olmayınca da, PKK’lı olmuyorlar. Bunların bir kısmı, Artuklulardan kalma. Bir kısmı Arap. Zaten Mardinlilerin ana dili, Arapçadır. Türkçeyi sonradan öğrenirler, Türkçeyi sonradan öğrendikleri de, konuşmalarından belli olur. Güzel konuşurlar ama mesela biz, “İmralı’da Öcalan’a soruldu mu?” diye sorarız, o öyle sormaz, “İmralı’da Öcalan’a soruldu, var?” Vurguyla anlatır. Diyarbakır öyle değildir. Bir Türk ağzı vardı. Mardinlilerin sonradan öğrendikleri belli oluyor ama Diyarbakırlıların Türkçeyi doğuştan bildikleri belli oluyordu. Ama tabi şimdiki durumu bilmiyorum.

“SİLAH SESLERİNDEN KAÇMAK ADETİM DEĞİLDİ”

Eşinizi ve çocuklarınızı endişe içinde bırakarak KUK Yani Kürdistan Ulusal Kurtuluşçularının hüküm sürdüğü Derik Cu.Savcılığına gittiniz. Mardin’in ana caddesinde silah seslerini duyunca şoföre silah seslerinin geldiği yere sür, dediniz. Tabi bu olayları hangi şartlar altında hizmet ettiğinizi belirtmek için değil, yaşadığınız bölgelerde durumun ne olduğunun anlaşılması için anlattığınızı yazmıştınız.

Mardin’in caddesinde bu silahlı gurubu gördüğüm zaman, yeni tayin edilmiştim, adli tatil vardı, benimle beraber bir savcı daha vardı, Ramazan’dı. Fırına pide almaya gidiyorum, birden bire silahlar patlamaya başladı, halk kepenkleri kapatmaya başladı, ben caddede kaldım. Fakat oranın halkında da koruma iç güdüsü var, birisi kolumdan çekti, içeri aldı, silahlı adam da, yanımdan koşarak gitti, birini takip ediyordu. İkinci olayda da, ben eskimiştim, Mardin’in köylerinde bir olay olmuştu, basit bir olay için biz gider bütün gün uğraşırız, adam basit bir nedenle zehirlenir ama biz bütün gün uğraşırız…neyse olay yerine gittik, ben nöbetçi savcıyım, Mardin’in dümdüz bir caddesi vardı, doğrudan hükümet konağına giderdi, konağın altında da adliye idi, bir de altta bakıcılar çarşısı vardı, geçerken bakırcılar çarşısından silah sesleri geldi, ben de nöbetçiyim, silah sesleri gelince adetim değildir, kaçmam, ben gidinceye kadar silah sesleri kesildi, sonradan olayı öğrendik…PKK’dan mahkum olan birinin…

“PKK, GADDAR VE KİNCİ BİR ÖRGÜT”

“TERÖRİSTİ ÖLDÜREN POLİSİN TUTUKLANMASINI ÖNLEDİM”

Evet… Meslek hayatınızda beğendiğiniz tahkikatleri say deseler bu olayı sayarmışsınız. Bir polis memurunun mahkumiyet ilamı bulunan bir PKK’lıya cezalı olduğunu ve karakola gitmesi gerektiğini söylemesinin ardından çıkan çatışmada, PKK’lıyı öldüren polis memurunu serbest bıraktıran uygulamalarınızla yaşanan hadise… Bazı vakalarda tarafsızlığınızı bozduğunuzu düşünüyor musunuz?

Yok. Burada tarafsızlığımı bozma durumum yok, görevimi yaptım. TCK’nın 49.maddesi var. Görev sırasında iki tarafta ateş etmiş, terörist ölüyor. Ben tutuklanmasını önledim çünkü tutuklanırsa görev yapamaz.  Kanun hükmüdür bu. Kanunda, “Berat eder demiyor ama ceza verilmez” diyor. Kanunun hükmünü yerine getirirken adam öldürmüş. Ondan bahsederek, tutuklanmasını önledim. Zaten ben mahkemeye de çıkmadım. Duruşma savcısı değildim. Polis o kadar korktu ki, o polisi bir daha göremedim, seneler sonra bu kitabı yazdığım zaman, beni emniyetin Ankara’da bir eğitim yerine götürdüler, orada müdürle karşılaştım, “O polis memuru saklandı, kimse de yerini bilmiyor” dedi. E tabi, PKK, gaddar ve kinci bir örgüt.

“YETKİLERİMİ KULLANMADA ACİZ KALMADIM”

“Yetkimi kullanmada aciz olmam” şeklinde bir demeciniz vardı. Sizi etkileyen veya taraflı yaklaştığınız hiçbir istisna olmadı mı? mesleğinizi yerine getirirken en çok hangi tarafın baskısını üzerinizde hissettiniz?

Bu sözü nerede sarf ettiğimi hatırlıyorum. Beyaz Enerji tahkikatını yapıyoruz. Bu tahkikat sırasında, Ecevit bir basın toplantısı yapıyor, o basın toplantısı sırasında benimle başka bir arkadaşı karıştırıyor, “O arkadaş daha evvel de buna benzer bir şey yapmıştı” diyor. Bundan basın mensubu arkadaşlar sayesinde anında benim haberim oldu. Basın mensubu arkadaşlar beni severlerdi, aram her zaman iyi olmuştur. Ecevit’in bütün konuşmalarını bana faxla bildirdiler, bu konuşmaları almam benim için iyi oldu, mesai saati bitimde eve gitmek için çıktığımda bir basın ordusunun beni karşılayacağını biliyordum, nitekim öyle oldu, “Hukukun üstünlüğü ilkesinin kaybolduğuna inanıyor musunuz?” gibi sorular geldi. Ben: “İnanmıyorum, hukukun üstünlüğü ilkesi daima geçerlidir” dedim. “Tahkikattan ayrılmayı düşünüyor musunuz?” dediler, “Yok düşünmüyorum, ben görevimi yaparım, yetkilerimi kullanmaktan da hiçbir zaman aciz kalmadım” dedim. Bu şartlar altında söylemiştim.

“ENERJİ İŞLERİ ÇOK PARALI İŞLER”

“BEYAZ ENERJİNİN BAKANA UZANACAĞI BELLİYDİ”

“YÜKSEK HAKİMLER KURULU BENİ KORUDU”

“BEYAZ ENERJİDE, HALK BENİ HAKLI GÖRDÜ”

Beyaz Enerji soruşturması sürecinde, basına yaptığınız açıklamalar nedeniyle HSYK’nın cezasına maruz kalmıştınız. O dönem; Yılmaz’ın: “Bu savcı tarafsız değil, yargı siyasallaştı, yargıda bağımsızlık istiyoruz” Ecevit’in: “Şalk’ı yadırgadım” sözleri gündemdeydi…Siyasetin yargının tekeline girmesi mi, yargının siyasete karışması mı daha tehlikeli?

Ne yargı siyasetin işine karışsın, ne siyaset yargının işine karışsın. Biz Beyaz Enerji tahkikatını yaptık, daha evvelden de yolsuzlukla ilgili olarak birkaç tahkikat daha(Altınbaş, uyuşturucu operasyonu) yapmıştım, o zaman “Bizim hükümetimiz zamanında şu şu yolsuzluk tahkikatları yapılmıştır” diye bahsettiler, sonra iş Beyaz Enerjiye dayandı. Enerji davasına bakınca gördüm, bu enerji işleri çok paralı işler. Elektrik işleri Batı ile yürüdüğü işin ne kadar para döndüğü belli değil. Neyse biz tahkikata başladık, müsteşarlar, müsteşar yardımcısı suçlandı. Biz o zamanki ve şimdiki kanuna göre müsteşarlar hakkında soruşturma yapamıyoruz. Dosyayı Kanadoğlu’na yolladım. Tabi sadece müsteşarla kalmadı, bunun Bakana uzanacağı da belliydi. Bu davadan çok tedirgin oldular. Ben Bilir Kişi heyeti kurdum, bilir kişiler dosyayı inceleyecekler, onlar bundan hep rahatsızlık duydular. Dosya dediğim de, ancak araçla gelebilecek dosyalar. Ben ulaşımı jandarma ile yapıyorum, jandarma ayrı bir araç tutacak değil ya, askeri vasıtasıyla gidiyor, askeri vasıtasıyla almaya gidiyorlar, Bakanlığın kapısına asker araçları dayandırıyorlar, hakikaten orada büyük sıkıntılarla karşılaştık. Ben basın mensuplarına bilgi veriyordum ama tahkikatın seyrini değiştirecek bilgi vermiyordum. Bana soruyorlardı, “Müsteşar, Bakan çıkarsa ne olur?” “O da çıkarsa, gereği yapılır” diyordum. Bu onları tedirgin ediyordu. Yoksa benim onların işine, siyasetine karışmak gibi bir pozisyonum olmadı. Doğru, benim hakkımda bir tahkikat da yapıldı, neticede bir uyarı verdiler, belki daha fazla ceza vermek istediler, o zaman Yüksek Hakimler Kurulu beni tanıdığı için, beni korudular. Müfettiş, benim hakkımda isnatlarda bulundu, kötü de bir rapor hazırlamış herhalde. Biz Müfettiş ile beraber teftiş kuruluna gittik, oranın hizmetlilerinin hepsi müfettişi bıraktılar benim hizmetime koştular, halk beni haklı gördü, halkın haklı görmesi her zaman doğru olmayabilir ama ben yaptığım işten emindim. Şov da yapmadım, hukuk dışına da çıkmadım, tutuklama konusunda da çok titiz davrandım. Nitekim soruşturmanın sonunda gördük ki, Bakan’a kadar dayanıyor. Böyle olunca da, ben kötü oldum.

“HALK, BEYAZ ENERJİYE, ÖCALAN DAVASINDAN DAHA FAZLA İLGİ GÖSTERDİ”

“TÜRKİYE’DE BİR YOLSUZLUK GERÇEĞİ VAR”

1988 itibariyle DGM’ye atandınız. ‘‘Paraşüt”, ‘‘Matador”, “Beyaz Enerji” davası gibi ünlü davalara da imza attınız, DEP’lileri ve Öcalan’ı sorguladınız. Bütün bunlar sizi, Türk toplum yapısının nasıl bir suç potansiyeli taşıdığı sonucuna ulaştırdı?

Türkiye’de halk, yolsuzluktan bayağı şikayetçi. Ben Öcalan’ın duruşma savcılığını yaptım, Öcalan tahkikatına da halkımız büyük ilgi gösterdi, Mudanya iskelesine akın akın geldiler. Ama Beyaz Enerji davasına hayret ettim, Abdullah Öcalan’dan daha fazla ilgi gösterdi. Türk halkı, yolsuzluklardan şikayetçi ve yolsuzluk olmasa bile “yolsuzluk yapılıyor düşüncesi yaygın. Türk halkında, yolsuzluk yapıldığına dair bir imaj uyanmış. Bir çok olay belki onun zannettiği gibi değil ama yolsuzluktan fazla çekmiş, her şeye yolsuzluk var gözüyle bakabilir hale gelmiş. Bu da Türkiye’de bir yolsuzluk olayının-gerçeğinin olduğunu gösteriyor.

“DEP, PKK’NIN GELİŞMESİNE SEBEP OLDU”

‘‘DEP davası çok önemli bir davaydı. Çünkü DEP’liler milletvekili oldukları için uluslararası ilişkileri vardı. Milletvekilleri ulu-orta konuşunca, Güneydoğu’da halka cesaret geldi. ‘Bak bunlar bu şekilde konuşuyorlar, bu işler olacak’ diye. Bunların tahrikleri çok büyük oldu. Biz de DEP iddianamesinde bunları yazdık. Bence o dava bir dönüm noktasıdır.” Peki bugün gelinen nokta neresi?

Ben yine aynı şeyleri söylüyorum. DEP milletvekilleri gittikleri her yerde Türkiye’nin aleyhinde konuştular, Amerika’ya gittiler, PKK propagandası yaptılar. Her ağızlarını açtıklarında Türkiye devletinin bütünlüğünün aleyhinde bulundular. Milletvekili dokunulmazlığı olduğu için haklarında kanuni işlem yapılmadı, tabi bunların bu şekilde pervasız hareket etmesi, PKK’nın gelişmesine sebep oldu. Belki onlar sebebiyle dağa çıkacak insan sayısı 1 iken, 5 oldu.

“DEP’LİLER 125. MADDE İLE CEZALANDIRILMALIYDI”

TCK’nunun 125. maddesine göre silahlı çatışmaya girmeyen insanı idam cezası ile cezalandırılmıyor. Ben yine aynı kanaati taşıyorum, DEP Milletvekilleri 125.maddeden yargılanmalıydı ve cezalandırılmalıydı. İdam varken de, idam uygulanmıyordu ama o şekilde cezalandırılmalıydı. Hiç birinin Türkiye’nin bütünlüğüne saygısı yoktu.

“KCK, BİR DEVLET YAPILANMASI”

KCK için de aynı şeyi düşünüyor musunuz?

KCK’yı pek bilmiyorum. KCK için devlet yapılanması diyorlar. Ben mesleği bıraktım, eskiden bize emniyetten bir sürü bilgi gelirdi. KCK da, PKK’nın hazırlayıp, öne sürdüğü bir devlet teşkilatlanması. KCK da aynı. Şu an 125 yok, idam cezası da yok ama onlar hakkında bir yargılamanın yapılması lazım. Bunlar hakkında yargı süreci işlemeli.

“UYUŞTURUCU OPERASYONU İÇİN YURTDIŞI İLE İŞBİRLİĞİ YAPTIK”

‘‘Uluslararası uyuşturucu kaçakçılığı yapan Urfi Çetinkaya’yı iki sene takip ettiniz ve Uluslararası eroin kaçakçılığı operasyonunda nişan alan ilk savcı olmanız hasebiyle İspanyol Devleti’nden ‘‘Üstün başarı nişanı” aldınız. Kendi mesleki guruplarınızın desteğini her zaman arkanızda hissettiniz mi yoksa yabancılar bu konuda daha mı duyarlı?

Uluslar arası yardımlaşmaya çok açık bir insanım. Bu uyuşturucu operasyonu sırasında Hollandalı bir çok Hakim geldi, çünkü Urfi Çetinkaya’nın çetesi Hollanda, İspanya, Almanya ve Portekiz’de faaliyet gösteren bir çeteydi. Onların da canları yanmıştı, bu mesele için işbirliği yaptık, istedikleri bilgileri gönderdim. Öyle bir şey ki, Türkiye’den eroin çıktığını, telefon konuşmalarından bizim polisimiz hissettiği halde, bu eroinin nereden çıktığını bilemediğimiz için bir türlü bu adamları yakalayamıyoruz fakat bizim polisimiz İspanya’ya ve Hollanda’ya eroinin hangi saatte çıkacağını tespit ediyor. Ve bunu anında İspanyol polisine iletiyor. Bu şekilde çok tutuklamalar yaptılar.

“MESLEKTAŞLARIMDAN BENİ KISKANANLAR DA OLDU”

Başka bir polis memurundan dinledim, bir gün Hollanda Hakimler, Savcıları gelmiş, İstanbul Başsavcısıyla görüşürlerken, benim hakkımda bir sohbet açılmış, beni metih ediyorlar, baş savcı lafını kesmiş. Onun için benim meslektaşlarımdan beni kıskanan, çekemeyenler de vardır. Ama insanların tabiatı olarak normal karşıladım.

“İZMİRLİLER BENİ KABULLENDİLER”

Meslektaşlarınız arasında sizden taraf olmayanlar vardı ama siyasette Çiller’in sizin tarafınızda olduğu ortadaydı. Çiller sizin için,  ”Kamu vicdanı, Sayın Şalk’ı dürüstlüğün ve hakkın savunucusu olarak tanımaktadır” demişti. Dürüstlük ve hak savunuculuğunun zararlarını gördünüz mü? Bu özellikler sizi hiç zor durumda bıraktı mı?

Yok zarar görmedim. Hiç zor durumda kalmadım. Bugün bile nereye gitsem, halktan itibar görürüm. Beni tanıyan insanlar başka türlü davranıyor. İzmir’e gitmiştim, İzmirlilerin şöyle bir huyu var, kendilerinden olmayan insanı kolay kolay kabul etmiyorlar ama beni kabullendiler. Bugün bile hala geniş bir çevrem var, bayramlarda, yılbaşlarında mesajlar gelir.

Sedat Ergin sizin için “Talat Şalk, dürüstlüğü, çalışkanlığı ile tanınan, temiz toplum beklentisine karşılık veren örnek bir hukuk adamıdır” diye yazmıştı. Temiz toplum için uğraşırken bunu neden bireysel çabalarınızla sınırlı tuttunuz yani neden örgütsel bir faaliyet içine girmediniz?

Ben savcıyım ve görevimi yapıyorum. Savcı olarak görevimi en iyi şekilde yapmak dışında bir misyonum olamazdı, dernek mi kurmam lazımdı? Bize verilen görevi en tarafsız bir şekilde yapmaya çalışan bir Cumhuriyet Savcısıydık, bizim kişiliğimiz ancak bu kadar olurdu.

“SİYASETTE ‘ÖCALAN’I İDAM EDERİM’ GİBİ BİR TAAHHÜTÜM OLMADI”

3 Kasım’da DYP’den milletvekili adayı oldunuz, bu nedenle görevinizden ayrıldınız. Fakat seçilemeyince görevinize iade için dilekçe verdiniz. Çiller’in, Adalet Bakanlığı için sizi düşündüğü konuşuluyordu. Siyaset, asıl mesleğinizin zirvesine ulaşmak anlamına mı geliyordu sizin için?

3 aylık bir görevim olmuştu. Yok. Siyaset ile ömrüm boyunca uğraşmadım, milletvekili adayı olacağım diye düşünmedim ama Öcalan’ın duruşması derken, Beyaz Enerji derken arkadaşlarım bana takılmaya başladılar, “Seni siyasi partiler isterlerse bu fırsatı kaçırma” dediler, bana da cazip geldi. Yoksa benim siyasi bir idealim yoktu. Orada da, halkla ilişkimiz çok iyi oldu, diğer siyasetçiler gibi de değilim. O zaman Öcalan’ın idam cezası kaldırılmıştı, bazıları Öcalan’ı tekrar idam edeceğim diye propaganda yapıyorlardı. Bana soruyorlardı, “Artık olmaz” diyordum. İdam cezasını kaldırmışsın, tekrar getirsen bile eski idam cezasından cezalandıramazsın. Ben bunu söyleyince benim arkadaşlarım bana kızıyorlardı. Ama aslı buydu. Ben siyasetçi olsam bile bunu dürüst bir şekilde anlatırdım.

“AK PARTİ VERDİĞİ SÖZLERİ YERİNE GETİRMEDİ”

Bir hukukçu ve vatandaş gözüyle baktığınızda AK Parti verdiği sözleri tuttu diyebilir misiniz?

Yok. AK Parti de o zaman aynı maddeleri değiştireceğim dedi, hala duruyor. Ak Partili mebuslar hakkında bir sürü dosya var, hala duruyor. O sözler yerine getirilmedi, yapılması lazım aslında.

“ÇİLLER İSTİFA ETMEKLE HATA YAPTI”

“DEMOKRAT PARTİNİN ŞANSI KALMADI”

“DYP’NİN CANLANACAĞINI DÜŞÜNMÜYORUM”

Adaylığınızın söz konusu olduğu dönemde, ”DYP Atatürkçü bir parti, ülkenin ilerlemesini isteyen bir parti. Teklif geldi, ben de teklifi değerlendirdim.”demiştiniz. DYP ya da Demokrat Parti, neden canlanamıyor hatta canlandırılamıyor?

Demokrat Partinin artık şansı kalmadı. Çiller istifa etmekle hata yaptı, istifa etmeseydi belki bir arada tutabilirdi. Çiller’den sonra başkaları geldi, başarılı olamadılar, parti gittikçe küçüldü, şimdiden sonra da ben canlanacağını düşünmüyorum. Çiller hakkında bir sürü şey söyleniyor ama DYP’liler arasında itibarı var. Ama artık o da geri dönemez. İstifa etmekle acele etti, beklemesi lazımdı, acele karar verdi, neyse belki de ülke için hayırlı oldu.

“HUKUKUN DA BİR VİCDANI OLMALI”

Hukuka bağlı çalıştık” dediğiniz DGM’lerle bugünkü özel yetkili mahkemeler arasında “bir birlik görmediğinizi” ifade ediyorsunuz. Özel yetkili mahkemeler, hükümetin yargı bağımsızlığı konusunda en çok uğradığı eleştiri konusu. Sizce hiç mi faydalı bir tarafı yok bunun?

Hukukla, delillerle bağlı olmalı. Özel yetkili mahkemelerin hukuka uygun davrandığını kabul etmiyorum. Misal ben hayatımda Fatih Hilmioğlu’nu bir kere gördüm, Bahçelievler’de bir pastanede karşılaştık, adam için kanser diyorlar, ölecek bir adamın tutuklu kalmasının hukuk bakımından ne yararı var? Bu uygulama hukuka uygun değil. Hukukun da bir vicdanı olmalı. Hukuk vicdansız değil ki. Onun günü bir sürü örnek var.

“BALYOZ HAREKET PLANLARI SAHTE”

“DARBE PLANI 2000’DE YAZILMIŞ, OLAYLAR 2003’TEN SONRA YAŞANDI”

“BALYOZ DAVASI KARARI, ÇOK YANLIŞ BİR KARAR”

Balyoz davasını ele alalım. Ben başından beri Balyoz davasına olmaz, dedim. “Hükümete darbe yapmaya teşebbüs” diyorlar. Teşebbüs için, icra-i hareket lazım. İcra-i hareket, tankını, topunu harekete geçirmektir. Mahkeme Balyoz darbe hareket planlarını, hazırlık harekâtı olarak, icra hareketi olarak kabul etmiş. Şimdiki kanuna göre bir şey yok da, eski kanuna göre eksik teşebbüs. Fakat bir sürü bilirkişi raporu var, bunların hepsinin sonradan hazırlanma olduğunu ileri sürüp, kabul etmiyor. Tamam, bilirkişi raporlarını kabul etmedin ama elinde geçerli bir sebep olacak. Ben darbe hareket planını okudum. Darbe harekât planını(2000 senesinde yazıldığı söyleniyor), Türkiye gündemini takip eden-dikkatli bir insan okusa, hiç bilirkişi raporunu ihtiyaç yok. Harekâtta geçen bazı şeylerin 2003’ten sonra olduğunu hemen görür. Planların sahteliği açıkça ortada. Benim okuduğum fotokopide, Çetin Doğan ile ilgili belgede, Doğan’ın imzası yok, fotokopide imza olmayınca aslında imza olur mu? Aslında da imza yok demek ki, aslını da kimseye göstermiyorlar, bu şekilde ikna edemezsin. Yeni Türk Ceza Kanunun 37.maddesi var, orada “Eğer teşebbüs etmeye niyetlenenler kendiliğinden teşebbüsten vazgeçerlerse ceza verilmez” diyor. Diyelim ki adam, 2003 senesinde plan semineri yaptı, 2003 Ağustos’una kadar birinci orduda komutan ve hiçbir hareket yok. Bir de kararda adamın emekli olduğu söyleniyor. Adam emekli edilmedi, bütün ordu komutanlıkları 4 senedir, zaten emekli olacağını biliyordu, yasal olarak emekliye ayrıldı, emekli edilme diye bir şey yok. Bana göre çok yanlış bir karar. Bakalım Yargıtay ne karar verecek? Ama ne verirse versin benim vicdanım bunu böyle kabul ediyor. Olmaz yani.

“TUTUKLAMALARDA ÇOK GADDAR DAVRANIYORLAR”

Tutuksuz yargılanmaları konusunda da bir öneriniz var

Tutuklamalarda çok gaddar davranıyorlar. Televizyonda Koman Paşa’yı gördüm, iki kişi koluna girmiş,  merdivenlerden çıkartıyorlar, 80’den fazla herhalde, Hakim ilk önce tutuklamamış, Savcı itiraz etmiş, bunun üzerine mahkeme tutuklamış, bu adam nereye kaçacak, adam evinden çıkamıyor…Mesela bizim mahkemede adamın biri terör örgütünden, 125. Maddeden yargılanıyordu, kansere yakalanmış, adli tıptan rapor aldık, tahliye ettik, normal, insani bir şey bu, neticede o da insan, biz de insanız. Ben 27 Mayıs darbecilerine de hayret ediyorum. Müdahil avukatları Şahin Kaya’nın tutuklanmasını istemiş, adamın neyini tutuklatacaksın, yapılan iş hukuki değil, mahkeme kabul etmemiş ama müdahil avukatları tutuklanmasını istiyor.

“İMRALI GÖRÜŞMELERİ İLE TÜRKİYE KAYBEDECEK”

“TÜRKİYE, PKK İLE ANLAŞMA YAPARSA, GÜNEYDOĞU HALKINI KAYBEDER”

Türk Ocakları Antalya Şubesinin düzenlediği ‘Tartışılan yargı ve hukuk’ konulu konferansta, hükümetin açılım politikasını eleştirip, teröristlerin Habur’da zafer kazanmış bir ordunun askerleri gibi karşılanmalarının, savcı ve mahkemenin teröristlerin ayağına getirilmesinin  ‘Ben Abdullah Öcalan’ın talimatı ile barışa katkı yapmak için geldim’ diyen teröristlerin ‘Ben PKK’dan ayrılıyorum, pişmanım’ dememelerine rağmen serbest bırakılmalarının ve şenlik yaparak Diyarbakır’a gitmelerinin devlete yakışmadığını söylediniz. Peki bugünkü İmralı görüşmelerinin yakışan, yakışmayan tarafları neler?

İmralı görüşmelerinin hiçbir tarafı devlete yakışmıyor. Belki halkta beklenti uyandı, belki halkın bir kısmı sempatiyle karşılıyor ama bunda kaybeden Türkiye olacak, Türkiye’nin bir kazancı olmayacak. Nasıl neticelenir bilmiyorum ama şu anda kazançlı çıkan PKK. Ben itirazlarımı şöyle sıralayabilirim, “Yeni Anayasa yapacağız” diyorlar, yeni Anayasada “Türk” kimliğini kaldıracaklarmış. Ben “Türk” kimliğini kaldıracağım ama PKK “Kürt” kimliğini kaldıracak mı? PKK kaldırmayacak, PKK; “Ben Kürt’üm diyor, Kürdistan’ı kurmak istiyor, özgürlük istiyorum” diyor. Ahmet Türk, Paris’te öldürülen 3 kadının cenazesinde yine konuşmuş: “Kürtler saffını seçti, özgürlük istiyor” demiş. İkincisi, Türkiye’nin her şeye rağmen Güneydoğu’da taraftarları vardır yani Türkiye’ye bağlı olan bir halk vardır. Ama sen onlarla bir anlaşma yapar, orayı onlara bırakırsan, o halkı da tamamen kaybedersin.

“PKK’NIN SİLAH BIRAKACAĞINA İNANMIYORUM”

“ANALAR AĞLAMASIN DİYEREK PROPAGANDA YAPILIYOR”

“İMRALI GÖRÜŞMELERİ TÜRKİYE’YE KÖTÜLÜK GETİRİR”

“İSTANBUL’DA, İZMİR’DE, ANKARA’DA DA EĞİTİM HAKKI İSTEYEBİLİRLER”

Üçüncüsü, eğitim dillerinin ana dilleri olacağından bahsediyorlar. Eğitim dillerinin ana dilleri olacağını kabul edelim, bana Orhan Doğan DEP duruşmasında bağıra bağıra söyledi: “En büyük Kürt metropolü İstanbul, İzmir ve Ankara’dır, Mardin ile irtibatım var, Aydın’ın Ortaklar beldesine İstanbul’daki gibi geliriz, burada çok PKK’lı var, en az 500 polisle geliriz” dedi. Yarın öbür gün diyelim ki, kendi dillerinde eğitim hakkını vereceğiz, demeyecekler mi ki, “Burada da Kürtçe eğitim hakkını istiyoruz” Bunlar, ana dilde eğitim hakkını İstanbul’da da, İzmir’de de dayatacaklar. Türkiye, bütün bunları kabul etse de, ben PKK’nın silah bırakacağına, rahat duracağına inanmıyorum. Ama halkta büyük bir beklenti oluşmuş, şimdi “Analar ağlamasın” diye büyük bir propaganda yapılıyor, halkın büyük bir kısmı bu fikre kendini alıştırmış gibi. Ama ben Türkiye’nin uzun vadede de, yakın vadede de bunun Türkiye’nin iyiliğine olduğuna inanmıyorum. Türkiye’ye kötülük getirir düşüncesindeyim.

“ÖCALAN BANA KARŞI BİLHASSA İYİ GÖRÜNDÜ”

Öcalan’a “komşu” girişimini, “AB ve PKK’ya taviz” olarak nitelemiştiniz. Peki televizyon gibi ekipmanlar sağlamak, bu tavizin bir devamı mı?

Tavizdir. Televizyon sağlamak da bir tavizdir. Üstelik de adam, ağırdan alıyor, “Ben televizyon istemedim” diyor. “Öcalan namaz kılardı, Öcalan iyi insandı, mahcuptu” diye propaganda yapıyorlar. Hangi katile yanınıza geldiği zaman “Bu adam katildir!” diyebilirsiniz? Ben Öcalan ile 16 saat karşı karşıya bulundum, Öcalan başlangıçta tedirgindi, sonra bizi tanıyınca tedirginliği gitti, bilhassa bana karşı çok iyi göründü..

O hikayeyi biliyorum. Sorgulamayı yaptığınız salonun tavanı oldukça basıkmış ve siz biraz hızlıca ayağa kalkınca, başınızın tavana vuracağını gören Apo, eliyle tavanı işaret ederek, dikkatli olmanızı istemiş.

Evet ama aynı adam hiç gözünü kırpmadan binlerce çocuğun öldürülmesine yol açıyor. “Köyden gireceksiniz, öte taraftan çıkacaksınız” diyor. Bu talimatıyla bebekler, yaşlı kadın ve adamlar ölüyor, gençler ölüyor..

“ÖCALAN PROPAGANDASININ YAPILDIĞI GİBİ BİR ADAM DEĞİL”

“ÖCALAN, RAHATÇA ADAM ÖLDÜRTEN BİRİ”

“ÖCALAN’IN PİŞMANLIK DUYDUĞUNU ZANNETMİYORUM”

Öcalan için cani dense de, içinde bir insan taşıdığı söylenebilir mi? Pişmanlık duyma olasılığı hiç mi yok?

Hangi suçu işlerse işlesin, neticede insandır. Pişmanlık duyduğunu hiç zannetmiyorum. Bizimle konuşurken gayet rahattı. Onu tanımasam, katil olduğunu bilemezdim. Galatasaray’dan laf açsan…Adam hasta Galatasaraylı, hemen Galatasaray’dan anlatmaya başlar, ama aynı adam 5 arkadaşını infaz ettiğinden bahsetti, adam kendisini hükümdar gibi görüyor, arkadaşlarının bir hatasını görmüş, öldürtüyor. Öcalan’ın şöyle, Öcalan böyle diye propagandasını yapıyorlar ama Öcalan, onların dediği gibi bir adam değil. Adam rahatça adam öldürten bir insan, kendisi öldürmedi, kendisinin bir çatışmaya girdiğini zannetmiyorum.

Özal’ın el altından PKK’ya haber göndererek, ‘Gidin bu adama söyleyin. Gelsin burada siyaset yapsın. Milletvekili olmak istiyorsa milletvekili olsun’ dediği iddiasında bulundunuz.

Ben bulunmadım, bunu Faruk Bildirici’nin yazısından okudum herhalde, Orhan Doğan anlatmış.

“ÖCALAN’IN SERBEST BIRAKILACAĞINA İNANMIYORUM”

İmralı ilgili temaslar, hükümetin aslında Özal’ın da icraatlarına dayalı eski bir uygulama mı? Özal’ın siyaset yapmasına izin verecek zihniyette olmasını bekliyor musunuz?

Öcalan’ın siyaset yapmasına izin veremezdi. Öyle bir düşüncesi olsa bile veremezdi.  Bu kadar muktedir olamazdı ama Özal’ın da bunları dediğini doğrulayan kaynaklar var. Öcalan’ın siyaset yapmasına izin vermeye gücü yetmezdi. Öcalan’ın serbest bırakılacağına bugün hala dahi inanmıyorum ben. Bu kitabın kapağı için bana sordular, Öcalan’ın resmini koyalım mı, diye. Ben, “Koyun” dedim, mahsur görmedim ama satışını önemli ölçüde geriletti. Balkan Göçmenleri Vakfı var, benden birkaç tane kitap aldılar satmak için, o vakfın Başkanından dinledim, kitabı almış, kapağını yırtmış, “Bu adamı evime götürmem” demiş. Bir de benim kayınbiraderim basmış, Keşanlılardan biri, “Bu ne ya, ne arıyor bu adamın resmi burada?” demiş, “Ya eniştem yazmış” dese de, “Kim yazarsan yazsın kaldır şu herifin resmini buradan” demiş. Allah rahmet eylesin Ata Pehlivanoğlu’nun yeğenleri bu kitabı görünce burulmuşlar, kitabı okuyunca içeriğinin değişik olduğunu anlamışlar.

“ÖCALAN, TÜRKLERLE KÜRTLERİN ARASINA DUVAR ÇEKTİ”

“PKK, SADECE DOĞU İÇİN DEĞİL TÜRKİYE İÇİN BİR TEHLİKE”

“ÖCALAN, TÜRKİYE’YE DÜNYANIN EN BÜYÜK KÖTÜLÜĞÜNÜ YAPTI”

Birand, kitabınız için, “Kürt Sorununun tarihçesini merak edenler için son derece değerli bir kaynak” ifadesi kullanmıştı. Kürt tarihine ait başarılar, bu ülkenin topraklarına talip olmalarına yeter mi?

Yetmez…Ama bu noktaya geldik. Bu konu Türkiye’de tam olarak anlaşılmadı, tam olarak tahlil edilmedi ama şu haliyle PKK, 15 tane Kürt’ü kendisine köle yapsa 150 Kürt’ü de kendisine silah zoruyla bent eder…benim Kürt vatandaşlarından şikayetim yok, benim Kürtlerden arkadaşlarım var…bugün sadece Güneydoğu için değil Türkiye için bir tehlike görüyorum. İyi düşünülmesi ve ona göre de tedbir alınması gerekli. Bizim PKK konusunu çoktan halletmemiz ve millet olarak bütünleşmemiz gerekiyordu. Abdullah Öcalan, Türkiye’ye dünyanın en büyük kötülüğünü yaptı, neden? çünkü Türklerle, Kürtler arasına adeta bir duvar çekti. Bana göre Mesela İngilizler, Lozan Anlaşmasında hep Kürtlerden bahsetmek istemişler, fakat Lozan’a doğudan ve güneydoğu’dan Kürt vatandaşlarımız binlerce telgraf çekmişler, “Biz Türkiye Cumhuriyeti ile beraberiz, Türklerle beraberiz, Türklerden ayrılmıyoruz” diye. Ama Öcalan, bizim aramıza duvar çekmeye uğraşıyor.

“ABDULLAH ÖCALAN ÖLÜMDEN KORKUYOR”

“İDAM CEZASI POLİTİK OLARAK KALDIRMAYABİLİRDİ”

“ÖCALAN,  İDAM CEZASI KALKINCA SERBESTLEDİ”

‘‘Abdullah Öcalan’ı sorgulamayı çok arzulamıştım. Hatta, ‘İnşallah bir gün karşılaşırız’ diye dua ettim” demiştiniz. Peki duanızın sorgudan sonraki aşaması ilgili bir kısmı yok muydu? Sadece Öcalan’ın yakalanması, tutuklanması mıydı sizin ve Türkiye’nin tek hayali?

Ben neticede Savcıyım. Tarafsız olarak sorgularız. Mahkeme kararında belirtmiş zaten. İşlediği binlerce vasıta suç var, katliamlar var, suç neydi, devleti bölmek, 125. Maddeden idamına karar verdi. Biz isteriz, mahkeme karar verir ama ondan sonrası bizden çıkıyor artık. Meclisin iradesine kalıyor. Ben fark ettim, “Abdullah Öcalan ölümden korkuyor” Türkiye, idam cezasını politik olarak kaldırmayabilirdi. Devamlı o idam cezasının tehdidi altında yaşardı. İdam cezası kaldırılınca, Öcalan serbestledi…İdam cezasıyla idam etmezdi ama baskı altında tutabilirdi.

“ÖCALAN AKILLI BİR ADAM”

“ÖCALAN, MARKSİST-LENİSİST TEORİYİ İYİ HAZMETMİŞ”

Öcalan’ın avukatları, “silahlı çetenin kurucusu olmak” fiilinden hareketle Öcalan’ın, “hiçbir eyleme katılmaması, genel ve soyut talimatlar vermesi, bunun da örgüt liderliğinin doğal sonucu olması” koşuluyla ceza indirimi talebinde bulunmuşlardı. Yargıtay ölüm cezasını onasa bile ölüm cezasını kaldıran düzenleme çok geçmeden yapıldı. Ölüm cezası belki Öcalan için bir son olabilirdi de, PKK için de bir son anlamına gelir miydi?

O zamanlar gördüğüm en önemli kişi Öcalan’dı. Bir çok kimse bunu kaba saba gördü ama hakikat öyle değil. Akıllı bir adam. Marksist-Lenisist teoriyi güzel hazmetmiş, yeni durumlara göre yeni projeler üretebilen bir insan. Öyle bir zekası var. Ona akıl veren de olmuştur fakat kendisi de boş bir insan değil. Askerlere taş atan çocukların tahkikatını yaparken, hazırlıklı olalım diye kalınca bir teksir kitap getirdiler, yakın zamanda kütüphanemden çıkartıp attım o kitabı, o kitapta çocukların organize edilmesini Öcalan’ın sistemleştirdiği görülüyor. Her şeyi düzenleyen bu adam.

“CUMHURİYETİN TEK KURUCU UNSURU, TÜRK MİLLETİDİR”

“ÖCALAN DEVAMLI ÇÖZÜMDEN YANA OLDU”

Öcalan savunmasını yaparken, “Bugüne kadar yapılanların sorumluluğunu taşıdığını, savunmasının hukuki değil, siyasi olduğunu” söylemişti. Bu sözler, mücadelenin siyasi zeminde çözüleceğinin bir işareti miydi?

O devamlı çözümden yana oldu. İlk görüşmemizde anlattığı her şey doğruydu, ifadesini alıp Ankara’ya döndük, bize bir dilekçe göndermiş, “O zaman söylemediğim şeyler vardı” diye. Aslında söylemediği hiçbir şey kalmamış. Bize söylemediği şey olarak şunu söyledi: “Cumhuriyetin iki kurucu unsuru vardır, bir Kürt unsuru, bir de Türk unsuru. Şimdiye kadar barış içinde yaşadılar, şimdiden sonra yine barış içinde yaşayabilirler ” diyor. Bunun şartlarını o zaman tam olarak açıklamadı. O zaman ki DEHAP ve HADEP, bunun propagandasını yapmaya başladı, yani Anayasa değişecek, “Cumhuriyetin kurucu unsuru olarak, Türk yerine Türk ve Kürt diyecek” Çözüm olarak kafası bunları üretti. Cumhuriyetin kurucu unsuru konusu, yalnız Öcalan’ın uydurduğu bir şey değil, bir çok kimse de buna katıldı. Ama öyle değil Cumhuriyetin tek kurucu unsuru, Türk milletidir. Kürtler, İstiklal Savaşına iştirak ettiler ama Türkiye devleti adına ettiler. Bazı yazarlar diyorlarmış ki, “Atatürk bunlara özgürlük vaat etti, sonradan değişti” bu yazarların yazdıkları delil olmaz, yazarken bunu neye dayandırdığını açık bir şekilde söylemeli. Ben Cumhuriyet tarihini inceledim, ne Amasya tamiminde, ne Erzurum kongresinde, ne Sivas kongresinde Kürtlerden ayrıcalıklı olarak bahsedilmemiş. Mesela Erzurum kongresinde şöyle der: ” Canik ve Trabzon sancağı ve doğu vilayetleri Osmanlı halkının ayrılmaz bir parçasıdır” diyor. Sivas kongresinde de aşağı yukarı aynı şeyler geçiyor. Ondan sonra Erzurum ve Sivas kongresinin kararları, son Osmanlı meclisi Misak-ı Milliye emsal teşkil ediyor. Oralarda Kürtlerden ayrı bir halk olarak bahsedilmiyor. Osmanlı hakları, cumhuriyetle beraber Türk halkı oldu. Atatürk: ” Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde cumhuriyeti kuran hala Türk halkı denir” demiş. Burada yadırganacak hiçbir şey yok. Ayrımcılık da yapılmadı. Yargıtay’a bakın, bir sürü Kürt asıllı Hakim vardır, idarecilerimiz arasında da öyle. İş adamlarımız arasında da Kürtler hakim…Ben bunlardan şikayetçi değilim, bunlar Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşları ama bir ayrımcılık olduğunu iddia edenler, yanlış söylüyorlar.

1071 yılındaki Malazgirt Zaferi’yle Anadolu’ya geçenlerin Türkler olduğunu da belirtmiştiniz. Öcalan’ın idamını kararlaştıran mahkemenin gerekçeli kararında, Kürtlerin inkar edildiği ve baskıya maruz kaldığı yönündeki savunma haklı bulunmadı. Kürtler için eziklik psikolojisi yenilemeyecek bir şey mi?

Eziklik diye bir şey yok Kürtlerde. Hepsi uydurma. Doktoru da var…her yere hakimler…

“ÖCALAN’IN ÖNCELİĞİ, ÖZGÜRLÜĞÜNE KAVUŞMAK. KÜRDİSTAN DEĞİL”

“KARAYILAN, ÖCALAN İLE GÖRÜŞMEK İSTEMEKTE HAKLI”

Sizce “Devlet hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırarak, başka bir devlet kurmaya matuf fiil işleme” suçunu işleyen, “vatana ihanet” kapsamında cezalandırılan Öcalan’ı Kürdistan dışında hiçbir şey tatmin etmez mi?

Asıl amacı o. Şu anda kurtulmak da istiyor. Özgürlüğüne kavuşmayı birinci plana almış. Türkiye’nin baskısı nedeniyle Suriye’nin kendisini barındırmayacağını anladığı için, mecburen Suriye’den ayrıldı, Suriye’den ayrılırken teröristlerine bir bildiri yayınlıyor. Diyor ki: ” Nasıl ki Suriye’ye geçiş(1979 senesinde Türkiye’ye Suriye’ye geçmişti) ordulaşma yönünde atılmış bir adımsa Avrupa’ya geçiş de devletleşme yolunda atılan bir adım olacak” asıl ülküleri bu ve bu ülkülerinden vazgeçmiş de değiller. Bugün vazgeçmiş görünecekler tabi ama bu hedeflerinden ve silahları bırakacaklarını hiç zannetmiyorum. Şu an Öcalan’ı birinci plana aldıkları için, Karayılan haklı olarak, “Ben de Öcalan ile görüşeyim” diyor. Madem ki sen pazarlığa oturuyorsun, Karayılan da görüşmekte haklı ve Karayılan’ın da ona bazı bilgiler vermesi lazım.

“İMRALI İLE GÖRÜŞMELER BİR ZAAFTIR.”

Kitapta “PKK ile mücadelede zaaflar başlığı” çok ilgimi çekti. Yavuz Donat’ın yazısını paylaştınız. Şu anda da aynı zaaflardan bahsedebilir miyiz? ordumuzun zaafı söz konusu mu?

İmralı ile görüşmeler bir zaaftır. Silahlı Kuvvetlerimiz bayağı başarılı mücadele ediyor ama ona rağmen böyle bir taviz de veriliyor.

“PKK, AVRUPALI SİYASETÇİLERE PARA YEDİRİYOR”

“PKK, ŞİMDİ UYUŞTURUCU İŞİNDEN DAHA FAZLA KAZANIYOR”

Kitapta  ABD-PKK ittifakına kadar geçen süreyi özetlediniz, İran’ın 10 yıllık desteğini, Yunanistan’ın, hatta Suriye’nin dahilini anlattınız… Örneğin, Mesut Barzani’ye güvenmeyenler arasındasınız.  Öcalan’a para kaynağını da sormuştunuz.  Örgüt cesaretini, gücünü aldığı para kaynakları ile hangi aşamada?

Örgüt çok değişti. Uyuşturucusu vs hepsi var. İspanya’ya uyuşturucu operasyonu ile ilgili gittiğimde İspanyolların daha evvelden namımı (Öcalan’ın Savcısı diye) duyduklarını gördüm. Adamlar büyükçe bir salonda toplanmış, kocaman bir masanın etrafında 15-20 tane Hakim-Savcı toplanmış, beni iyi karşıladılar. Orada bana dediler ki, “Biliyor musun Öcalan uyuşturucu kaçakçısı” dediler, -Biliyorum dedim, bende. Şimdi uyuşturucu kaçakçılığından daha fazla para kazanıyorlar. Oralar PKK’nın kontrolünde olduğu için, uyuşturucu tacirlerinden hisse alıyorlar, bir de ayrıca kendilerinin uyuşturucu üretimleri var. Öcalan onu inkar etti ama uyuşturucu ticaretleri var. Sadece terörle sınırlı kalmamışlar, aynı zamanda uyuşturucu ile de büyük bir suç örgütü olmuşlar. Uyuşturucudan çok para elde ediyorlar, belki  Avrupa’nın çok önde gelen siyasetçilerine para bile yediriyorlar. Fransa Cumhurbaşkanı bile öldürülen kadınlarla görüştüklerini söyledi. Ya senin ne işin var onlarla? Demek ki bir işi var onlarla….Ben Paris’e PKK kampına gittim, orada Fransua Ricart isminde bir sorgu Hakimi vardı, işaret etti, bir ismin üzerine elini koydu, ben o an çok atik davranamadım, “Çok önemli, bizim bütün siyasetçilerimizle görüşebiliyor” dedi. Bunlar Avrupa’nın önde gelen siyasetçileri ile bile rahatça ilişki kurabiliyorlar.

“BİZİM ZAMANIMIZDA İSTİHBARATI EMNİYET SAĞLARDI”

Uyuşturucunun içinde olmaları bizim bildiğimiz bir gerçek ama gizlilik konusunda Türkiye’nin nasıl bir istihbarat gücü var, Ergenekon davasında bile insanların özel hayatlarına girildiğini gördük, Hakan Fidan’ın göstere göstere Öcalan ile görüşmesini yadırgıyor musunuz?

Ben yadırgıyorum. O wikileaks belgelerinde yayınlanmış. Ben gazetelerden okudum. Adam diyormuş ki, Şikayetiniz var mı diye. Valilerden sormuş. “İstemediğiniz Valileri alırız” onların istediği Valileri mi tayin edeceğiz, yanlış şeyler bunlar. Ben çalışırken MİT ile o kadar fazla ilişkilerimiz olmadı. Oldu ama daha çok emniyetle oldu. Benim çalıştığım yıllarda Emniyet Genel Müdürlüğünün istihbaratı çok güçlüydü. O istihbarat sayesinde bir çok olayın önüne geçildi. Şimdiki durumu bilemem.

“HAKİM VE SAVCILAR TARAFSIZLIKLARINI BİRAZ DA KENDİLERİ SAĞLAYACAKLAR”

Anayasa değişikliğinin birden bire ortaya gelmesinin asıl sebebi yargıyla yaşanan geçimsizlik olduğunu ileri sürmüştünüz. Yapılacak Anayasa değişikliğinin yargıyı ilgilendiren kısmı ne olmalı?

Anayasada yargıyı iktidarın baskısından uzak tutacak bir sürü madde var. Daha bağımsız bir HSYK uygun olur. Biraz da Hakim ve Savcıların da çok iyi yetişmesi lazım. Hakim ve Savcılar, tarafsızlığı biraz da kendileri sağlayacaklar. Hâkimin ön yargısı olmamalı. Bir parti iktidara geldiği zaman, o parti ile ilişkisi kalmayacak. Bir arkadaş anlattı bana, mesela “Silah taşımak yasaktır” Hakim arkadaşından bahsediyor, “Tabancayı erkek adam taşır” diyormuş, o zaman ceza verme, ceza verse de mecburi bir ceza verilir, şekli bir suçtur da, tecil ediyormuş, bazen bakıyorsun, başka bir suça da olmayacak cezalar veriyormuş. Adil olması lazım.

“28 ŞUBAT BİR DARBE DEĞİL”

Artık darbe dönemi kapandı mı Türkiye’nin, sizin TBMM Darbe Komisyonu’na “28 Şubat’taki yargı brifingine korktuğum için katıldım” şeklinde bilgi veren Anayasa Mahkemesi eski üyesi Sacit Adalı için: “O dönemde brifinge katılması için hiç kimseye baskı yapılmadı” demiştiniz. Sizce 28 Şubat bir darbe miydi?

Ben brifinge katılmadım, kimse de bana niçin katılmadın gibi bir soru sormadı. 28 Şubat’ın bazı baskı tarafları oldu. 28 Şubat’ı bir darbe olarak kabul edemiyorum, darbe değil ama “28 Şubat’ta hiçbir şey yapılmadı” dersek, o da doğru değil. 28 Şubat kararlarını Başbakan, Başbakan yardımcısı hepsi imzaladı, bu nedenle darbe değil. Onun haricinde bir de, uygulama belgesi hazırladılar, ondan sonra nasıl bir baskı olmuş? Mesela adam, Sabah Gazetesine telefon etmiş, Mehmet Barlas’ı istemediğini söylemiş, onu attırmış…bunun gibi baskılar olmuş, bu da gazete sahibinin korkaklığından ileri gelen bir şey. Bu bir suçtur ama darbe bu değildir.

Tankla tüfekle uzaklaştırıldığı zaman mı darbe diyebiliriz?

Hayır yani Hükümet zorla uzaklaştırılmamıştır. Parlamento fesih edilmemiştir, hükümet yerinde kalmıştır. Neticede Başbakan Tansu Çiller istifa etmiştir, çünkü bütün milletvekilleri şu veya bu sebeple partisini bırakmış, ANAP’a geçmiş, o da istifa etmiştir. Hukuki anlamda bunu darbe olarak yorumlayamıyorum. Yapılan soruşturmanın da bir çeşit ayrıştırmaya sebep olur düşüncesindeyim, onların da akrabaları var, çocukları var vs milletin bir kısmı mağdur oluyor .Bu, birliği beraberliği de bozar. Bakıyorum, 28 Şubat için yayın organlarında çıkan şeyler bana göre fazla. 28 Şubat’ta hiçbir şey olmadı demiyorum, hoş olmayan şeyler oldu ama darbe değil.

“AK PARTİNİN ÜLKE İÇİN FAYDALI OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUM”

“TÜRKİYE’DE ÖZGÜRLÜKLER KISITLANIYOR”

“DIŞ POLİTİKALARINI BEĞENMİYORUM, İÇTE DE BASKI VAR”

İstifa eden hükümetlere, darbeye maruz kalan hükümetlere baktığınızda, Ak Parti hükümetinin mağduriyetten güç odağı konuma geçmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ak Partinin ülke için faydalı olduğunu düşünmüyorum. Ben onların dış politikalarını da beğenmiyorum, içte de baskı var. Yok dersek yalan olur. Başbakan konuma yapıyor, “Bu adamı köşe yazarı olarak nasıl çalıştırır?” diyor, bu bir baskıdır. Dün bir yazı okudum: Amerika’da, “Freedoms House(özgürlükler evi)” diye. Bizi bir derece geriletmiş. “Türkiye’de özgürlükler kısıtlanıyor” demeye başlamış. Bence de doğru. Özgürlüklerin kısıtlanması durumu var, yok değil.

2003 yılında emekli oldunuz. Yapacağınız işler bitti mi? Pasifice olmamak için ne gibi girişimlerde bulunuyorsunuz?

Bazen yazı yazıyorum, düşüncelerimi o şekilde ulaştırmaya çalışıyorum ama o kadar etkili olduğunu da zannetmiyorum, kaç kişi okuyor bilmiyorum.

İlgili Haberler

Belediye
30 Ekim 2024
46. İstanbul Maratonu, bu yıl 3 Kasım Pazar günü koşulacak

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) iştiraki Spor İstanbul tarafından organize edilen Türkiye İş Bankası 46. İstanbul Maratonu, bu yıl 3 Kasım Pazar günü koşulacak. 40 binin üzerinde kişinin katılması beklenen İstanbul Maratonu, sürdürülebilirlik ve bağış konusunda ilklere imza atacak. Giysi Kumbarası projesi ile sporcuların temiz ve kullanılabilir kıyafetleri yeniden hayat bulacak. 46. İstanbul Maratonu ayrıca en […]

KADIKÖY’DE CUMHURİYET YÜRÜYÜŞÜ YAPILDI

Cumhuriyetin ilanının 101’inci yıl dönümünde kutlamaların İstanbul’daki merkezi bu yıl da Kadıköy oldu.  Bağdat Caddesi’nde yapılan Büyük Cumhuriyet Yürüyüşü’ne yüz binlerce kişi katıldı. Yürüyüş sonunda konuşan Kadıköy Belediye Başkanı Mesut Kösedağı “Cumhuriyet bu ülkenin evlatlarının en büyük ve en kıymetli mirasıdır. Bu mirasa sonsuza kadar sahip çıkacağız” dedi Bağdat Caddesi’nde düzenlenen Cumhuriyet yürüyüşleri ile her […]

Etkinlikler
30 Ekim 2024
Günsu Özkarar’ın yazdığı, Fil Rüyası, 11 Kasım’da Baba Sahne’de prömiyer yapıyor

Bitiyatro ve Nejat İşler’in (Meddah) ortak yapımcılığında Fil Rüyası, 11 Kasım’da Baba Sahne’de prömiyer yapıyor. Günsu Özkarar’ın Galata Perform’un eğitimleri sırasında yazdığı bu oyun, Sınırlar Ötesi Tiyatro 11. Yeni Metin Festivali’nde okuma tiyatrosu olarak gösterime sunuldu. Bir terapist ile danışanın seanslarında ortaya çıkan güven, sadakat ve aşk temaları çerçevesinde bilinçaltına bir yolculukla başlayan oyunda terapiyle […]

Etkinlikler
28 Ekim 2024
İSLAMIN KILICI TÜRKİYE’DE VİZYONA GİRİYOR

İngiliz Sömürüsü ve Zulmüne Karşı Efsanevi Bir Kahramanlık Destanı “İslam’ın Kılıcı” Türkiye’de Vizyona Giriyor:  “İslam’ın Kılıcı”, 1 Kasım’da Türkiye sinemalarında izleyiciyle buluşuyor. Aksiyon ve macera dolu bu destansı film, cesur bir savaşçının İslam’ın kutsal değerlerini korumak ve İngiliz sömürüsüne son vermek için çıktığı nefes kesen mücadeleyi anlatıyor.   İLGİLİ HABER Küçükkaptan, Cumhuriyet Bayramı’nda herkesi Çamlıca […]