Slot Siteleri

SOSYAL MEDYA HESAPLARIMIZ

MOBİL UYGULAMALARIMIZ

Kadıköy Gazetesi

Paylaş
veya
aşağıdaki bağlantıyı paylaşın:
Anasayfa Genel Flaş

İşkenceye Çekseler, Hemen Konuşurum!

Yayınlanma:
ABONE OL

Ünlü tiyatro sanatçısı Can Gürzap, Hülya Okur’a konuştu. İşte bazı çarpıcı başlıklar: “Atatürk’ün muasır medeniyet dediği şey, adam olmak…Televizyon günü yaşamaktır…Tiyatro bir aşktır…Sanatçılarımız okumuyor…Türkiye’de yaşlılar, gençleri gömüyor…Menderes önemli bir insandı…Küfür, ruhun yelpazesidir…Politika bir meslek değildir”

“Sanatta güneş nasıl olunur, onun araştırmasındaydım bu röportajda…Hem lambasız, mumsuz ışıtıp, hem kömürsüz, yağsız ısıtıp, hem de dünyayı kendi etrafında döndüren, hem şemsi, hem haleyi kendine aşık eden bir güneş nasıl olabilirdi acaba? Bir sanat eserinde sanatçının imzasından önce gelen bir amelehu…Çocukları gibi korumaya aldığı tiyatroya bakarsanız aynı zamanda bir Hıfz-ı emanet…Uzun lafın kısası Can Gürzap sizlerle…”

“TİYATRO, İNSANA ADAM OLMAYI ÖĞRETİR”

Sizin gibi tiyatro oyuncusu olan bir babanın Reşit Gürzap’ın çocuğusunuz. Hayat aslında bir tiyatro mu? Çocukken gerçek rolünüzü oynayabildiniz mi?

Güzel bir soru sordunuz, “Hayat, tiyatro mu?” diye. Tiyatro, hayatın ta kendisidir. Ben meselelere tiyatro gözüyle bakmaya çalışırım çünkü tiyatronun eğlendirici yönü olduğu kadar, öğreticidir de. İnsana adam olmayı öğretir. İnsandaki kalitelerin artmasına neden olur. Bence bütün sanatlar, beynin, aklın vitaminleridir. Sanatsız bir beden vitaminsiz kalır.

“KIZLARIMI SANATLA YETİŞTİRDİM”

Ben de kızlarınızı bu vitaminsizlik ortamında bırakmamak için özel bir çabanız oldu mu diye soracaktım, Kızınız Elif, Dialog’ta yönetici, Ayşe ise, ABD’de reklam, TV ve sinema filmleri yapan bir prodüksiyon şirketinde çalışıyor. Kızlarınızı kültürle donatmakta zorlandınız mı?

Ayşe döneli 4 yıl oldu, Kadıköy’deki şubemizin yöneticisi. Onlar tiyatro ile çok yakın oldular, ben nasıl tiyatronun içine doğmuşsam, onlar da tiyatronun içine doğdular. Küçük yaşlarda; müzikle, resimle uğraştılar, hatta piyano da çalarlar…Bu şekilde yetiştirdik biz. İnsanı insan yapan en önemli şey, akıldır, o aklın doğru çalışabilmesi için, doğru kararlar verebilmesi için o aklı doğru kullanmak lazım.

“KADIN-ERKEK İLİŞKİLERİ HER ZAMAN ZORDUR”

Aklın yanında kalp de verilmiştir, sevgi anlamında hayatınızda her şey yolunda gitti mi, 2008 yılında 20 yıllık eşiniz Arsen Hanım ile yollarınızı ayırdınız. Sonra genç sevgililerle anıldınız. Hayatı paylaşma noktasında yaşadığınız sıkıntının esas sorumluları kimlerdi?

Kadın-erkek ilişkileri her zaman en zor ilişkilerdir. Ve çoğunlukla o ilişkilere çözüm bulunamamıştır. Pek çok ses duyarsınız, fikir duyarsınız ama işin yapısı gereği, iki karakterdeki insan karmaşası hep vardır, bazen burç uyumu aranır, önemli olan o elektriğin tutmasıdır. Bunu da zamanla anlayabilirsiniz, o tutmuyorsa çeşitli sorunlar ortaya çıkar, bu bütün dünyada çeşitli görünümlerde ortaya çıkan en temel sorundur.

“TORUN SEVGİSİ BAMBAŞKAYMIŞ”

Bunu şu açıdan sordum, hiç evlenememiş, hayat arkadaşını bulamamış insanlar genelde ailelerini sorumlu tutarlar, çok sevildikleri bir ortamda yetiştilerse, hayatlarında ikinci bir insana bile gerek duymazlar, sizde de öyle oldu mu?

Anne-baba sevgisi başkadır, bir kadına olan sevgi başkadır, çocuğa olan sevgi başkadır…Ben bundan 40 gün önce bir torun sahibi oldum, ona olan sevgi de bambaşkadır. Onların sevgileri hep ayrı özelliktededir. Anne-baba sevgisi çok üstün geldiği için ben bir kadınla ya da erkekle ilişki kurma gereği duymadım düşüncesi, aileden de gelebilir ama geleneklerine bağlı bir toplumuz, anne, oğluna başka türlü nasihatler verebilir, acaba o nasihatler doğru mudur, Kendi yaşadıklarından yola çıkarak bu nasihatleri verirler ama acaba kendileri mutlu olmuşlar mıdır, o nasihatlerin doğru olup olmadığını oradan anlarsınız.

“TİYATRO BENİM HASTALIĞIM”,

“24 YAŞIMDA BAŞROL OYNADIM, 26 YAŞIMDA HOCA OLDUM”

Sizin aşkta mutlu olup olmadığınızı bilmiyorum ama tiyatro gerçekten hayat kaynağınız. Tiyatro ile bakışmanız nasıl oldu diye soracağım. Tuna kiremitçi: “Can Gürzap sandığımızdan da büyük oyuncuymuş.” diye yazmıştı. Oyunculuğunuz toplumda ne zaman kabul gördü? Ve siz kendinizi ne zaman oyuncu hissettiniz?

Ben, tiyatroyu bilen bir insandım. Sinemayı çok seviyordum, sinemaya yönelmek istedim, babam da bana dedi ki: “Oğlum, bu işin eğitimini yapmadan olmaz” dedi. Babam, mühendis olmamı istiyordu ki, hayatta yapamayacağım bir şey. Yurt dışında sinema okulu aradık. Fransa’da bir tane bulduk ama babamın maddi durumu pek elverişli değildi, sonra ne yapayım diye düşündüm ve tiyatro eğitimi alıp, tiyatro rejisörü olmaya karar verdim. O zaman en iyi okul Ankara Devlet Konservatuarıydı, babam beni isteseydi Şehir Tiyatrosuna sokardı çünkü orada yönetim kurulundaydı ama “Hayır, eğitimini alacaksın” dedi. Ve orada oyunculuğu sevmeye başladım. Tiyatro benim çocukluğumdan beri hastalığım. Mesela Şehir Tiyatrosunda bir tane çocuk oyunu olurdu, ben o oyunu 20-30 kere seyrederdim, her hafta sonu giderdim, o zaman konservatuar 5 yıldı, bana 4.yılda Devlet Tiyatrosunda bir oyunda başrollerden birini emanet ettiler. Ben 4.sınıfta, 22 yaşında başrol oynadım. Ertesi yıl 5.yılımda yine bir başrol verdiler ve ondan sonra bazı kazaların dışında hep başroller oynadım. Tabi ki, oyunculuk, tecrübe, birikim meselesidir ama ondan sonra hocalığa beni ittiler. Mahir Canova hoca olmamı istedi, yurt dışına gidip eğitimini gördüm, 26 yaşında hoca oldum. Benim hayatım dolu dolu tiyatro ile geçti.

Bir de çevirmenlik yönünüz var tabi. 16 yaşındayken,   “En genç çevirmen” ödülünü aldınız.

Ödül almadım da, dergi onu yazdı. Muhsin Bey’in bana verdiği Peter Pan’i çevirmiştim.

Gönül Hırsızı oyunu ile yılın en iyi tiyatro oyuncusu ödülünü aldınız. Belki sayamadığımız onlarcası…Hak ettiğiniz noktada mısınız?

Benim hiç ödülüm yok. Onu hatırlamıyorum, ödüllerle pek de ilgilenmiyorum. Hak ettiğim noktayı çok çok geçtiğim için, ödüllerle ilgilenmiyorum.

“TİYATRO SALONU OLMADAN, OYUN YAPILMAZ”

“40 yıldır bu işi yapıyorum, ben de Don Kişot değilim, bir yere kadar” diye bir serzenişiniz olmuştu. Küsüp gidemediğiniz şey aslında mesleğiniz değil de kendiniz mi?

Ben 2 yıldır sahneye çıkmıyorum. Bir tiyatrom vardı, onu kapatmak zorunda kaldık. O oyuna perde kapattıran kişiyle mahkemeliğim, turneler bizi batırdı. Dünyanın en güzel işini, dünyanın en olmayacak yerinde yaptığımızı gördüm. Tiyatro salonu olmadan, oyun yapılmaz. Fakat gençlerin yaptığı o kadar çok tiyatro var ki, onlarla gurur duyuyorum, küçücük mekanlarda, 50-60 kişiye, kendi mesleklerini yerine getiriyorlar, karın tokluğuna çalışıyorlar. Tiyatro bir gün orada, bir gün burada yapılmaz, haftanın 5 günü gelip yapacaksınız ve bağlı bulunduğunuz bir salon olacak. Arkadaşlarından duyanlar, oyunu arıyorlar bulamıyorlar, böyle tiyatro olmaz, dekorlar yıpranıyor, aldığınız paranın çoğunu mazota veriyorsunuz, göçebe tiyatro anlayışı ile bu olmaz, çadır tiyatrosu anlayışında bile bu böyle olmaz. Oyuncu yok, oyuncuların çoğu dizilerde oynuyorlar, geriye kalanlarla başa çıkamıyorsunuz, yapılmaz dedim ve kapattım.

‘Yeni İnsan Yeni Tiyatro’ sloganıyla Tiyatro Dialog’u kurdunuz. “Bana bunu yapma” ilk oyununuzdu.

Öyle girmeye çalıştık ama o yeni insan da yok, yeni tiyatro da yok maalesef.

“TİYATRO VE HOCALIK YAPMADAN YAŞAYAMAM”,

“DİYALOG, DÜNYA ÇAPINDA BİR KURULUŞ”

Peki uzman eğitmen kadrosuna rağmen Dialog’un yapamadığı şeyler oluyor mu?

Biz çok geniş bir yelpazede eğitim veriyoruz ve 22 yıl oldu, pek çok badire atlattı, bana da çok pahalıya mal oldu ama ben, bir tiyatro olmadan bir de hocalık yapmadan yaşayamam. Burada da böyle bir kuruluş var, tevazu gösteremem, dünya çağında bir kuruluş burası. Avrupa’da yapılanları da biliyorum…İnsanlar son derece mutlu, memnun ayrılıyorlar burada ve bize teşekkür ediyorlar.

“TİYATRO OKULLARINA DERS VERECEK KADAR HOCA YOK”

Sizin yaptığınız işi yapanlar tabi… Müjdat Gezen Sanat Merkezini, Ayla Algan, Ekol Drama Sanat Evini, Şahika Tekand, Stüdyo Oyuncularını kurdu.  Tekin Akmansoy röportajında tiyatro okullarına karşı olduğunu, diksiyon, doğaçlama, vücut dili derslerini saçma bulduğunu söylemişti. Okullar ticarethane zihniyetini, tiyatroya yetenek kazandırma gayesinin ne kadar gerisinde tutuyor?

Tekin ağabeyin söylediklerinde şöyle bir doğruluk payı. Her üniversite, tiyatro okulu açtı, sınıflar 20 kişilik. 20-22 kişilik bir tiyatro salonu olmaz, en fazla 8 kişi olmalıdır. Ve bu kadar okula ders verecek hoca olduğuna inanmıyorum ben. Bu arz talep meselesi tabi. Tiyatrocunun hedefi dizide oynamak, tiyatro okulunda ilişkileri oluyor, mezun olduktan sonra giriyor ya da girmiyor bir diziye ama hedef bu. Hedef bu olunca üniversiteler sınıf ve kontenjan sayısını artırıyor, o da iyi bir sonuç vermiyor tabi.

“BEN DEVLET SANATÇISI DEĞİL, DEVLET TİYATROSU SANATÇISIYIM”

“TİYATRODAN PARA KAZANILMAZ, TİYATRO BİR AŞKTIR”

Arsen Hanım “Devlet tiyatrosu sanatçılarının dizilerde, filmlerde oynamaması büyük bir kayıptır.” demiş. Sizce devlet sanatçılarının hak ettiği statüko nedir?

Ben devlet sanatçısı değil, devlet tiyatrosu sanatçısıyım. Devlet sanatçılığı işi bitti. Bana sorarsanız yanlış bir şeydi. Tiyatrocu oynamayacak da kim oynayacak, iş daha iyi kotarılıyor, daha iyi oluyor ve genç genç çok iyi oyuncular var, bir de maddi açıdan parayı oradan kazanıyorlar, ama tiyatroyu da yapmaları gerektiğine inanıyorum, tiyatrodan para kazanılmaz, tiyatro bir aşktır, parayı dizilerden kazanırsın. Ben hayatım boyunca hep dizilerde oynadım ama hep de tiyatro yaptım, öyle ki bir dizide oynarken bir ayda 4 ayrı oyun oynuyordum.

“TUTMAYAN DİZİLERİ SADECE AKTÖRE BAĞLAMAMAK GEREKİR”

Geçmişten gelen tiyatrocuların dizilerde başarıyı yakalayamadığını görüyoruz, sizi güncel tutan nedir?

Yo onların da tutuyor, çok kişi var devlet tiyatrosu sanatçısı, bilinmiyor, Ankara’dan, İzmir’den gelenler var. Son zamanlarda 25 dizi kaldırılmıştır, çeşitli sebepleri var tabi, sadece aktöre bağlamamak gerekir. O kadar komplike bir iş ki. Dizide senaryonun matematiği doğru kurulacak bir kere, ikincisi o senaryoyu çekecek olan yönetmen önemli ve oynayacak rol dağıtımı önemlidir. Bunlar doğru zamanda, aynı işte kesiştiği zaman genellikle tutuyor ama içinde bazen öyle bir şey oluyor ki, tutmuyor. Muhakkak ki bir sebebi var ama bizde yeteri kadar AR-GE olmadığı için bunlar yeteri kadar araştırılmıyor. Televizyon sinemadan daha kolaydır çünkü evinize direk olarak ulaşıyor, dizi ayağınıza geliyor ve çok seçeneğiniz var, o dizilerden en çok seçilen ayakta kalıyor.

İstatistik verilere göre hareket etmek lazım, halk profilini de saptayamıyoruz. Bazen vasat algıya sahip olduğu söyleniyor.

Onun için AB düzey…deniyor ya zaten. AB daha üst kültür seviyesinde, öbürleri alt kültür seviyesinde. Ayrı ayrı hedefleri tutturmaya çalışan yapım şirketleri de vardır, A,B,C,D’ye birden hitap eden. Öyle olunca esas reyting o zaman alınıyor.

“TİYATRO İLERİYE KALMAK, TELEVİZYON GÜNÜ YAŞAMAKTIR”

Necati şaşmaz’a, tiyatro oyununda rol almak isteyip istemeyeceği sorulunca, “İzlemeyi tercih ederim” demiş, Siz de “Haldun Taner yaşasaydı tv’ye iş yapardı” şeklinde bir ironi yapmıştınız. Sizce tv’den tiyatro geleneğine dönmek çok mu zor?

Tiyatro yazarı yeteri kadar yok. Haldun Taner, iyi bir tiyatro yazarıydı, çok kıvrak bir yazardı. Zaten kabareyi Türkiye’ye getiren o’dur. Kabare, Almanya’da ortaya çıkmış bir tiyatro türüdür ve politiktir. Haldun Taner’de politik anlatım kıvraklığı çok iyiydi. O nedenle tv’ye ayrı bir skeç espirisi getirebilirdi televizyona. Bizde tiyatro yazarı niye yetişmiyor? Bugünkü genç senaristler 60 tane dizi yazıyorlar, eğer televizyon olmasaydı, bunların 15’i tiyatro yazacaktı. Onlar şimdi yok, hak vermiyor değilim ama tiyatro açısından da üzülüyorum. Tiyatro oyunu yazacak, devlet tiyatrosunda bir kuruldan geçecek, repertuar kurulundan geçecek, bir rejisör beğenecek, dağıtımı yapılacak, oynanacak mı, oynanmayacak mı vs ve alacağı para ne? Burada yazıyor alıyor parasını. Biri ileriye kalmak, biri gününü yaşamaktır. Televizyon, günü yaşamaktır.  Genç bir insandır, para kazanmak ister, rahat bir hayat yaşamak ister, hakkıdır. Öbüründe genç bir insandır yine, kendini tiyatroya adamıştır, o da ileriye kalır. Televizyon en büyük tüketici, tükenince bitiyor. Bir oyunu kimin yazdığını sorsam bilen söyler, “Necati Cumalı” der ama bilmem ne dizisinin senaryosunu kim yazmış desem, bilseniz bile unutmuş olursunuz.

“Kurtlar Vadisi” ndeki Davut Tataroğlu rolünü sevdiğinizi ve dizide ölmek istemediğinizi okumuştuk. Kurtlar Vadisini ayrı bir fenomen olarak görseniz de, hiç dizisiz kalmamanızı neye bağlıyorsunuz?

Hayır ölmek istemediğimi söylemedim, karşılıklı anlaştık, 5 sene oynadım ben. Ben çok sevdim, öldürülmek istemediğimi söylemedim. Rol bitmişti artık, rolün söyleyeceği şey kalmamıştı, makul bir zamanda ayrıldım diziden. Dizisiz kalmamayı şuna bağlayabilirim, herhalde keyif duyuyorlar benden. Herhalde seviyorlar, beğeniyorlar.

Sevilmeyecek biri değilsiniz ama sizin gibi oyuncular yetişmiyor, hala size ihtiyaç duyuluyor, o garip?

Yetişir inşallah. Oyuncu, tiyatrodan yetişiyor, sinemacılar da tiyatrodan çıkıyor, bu bütün dünyada böyledir. Amerika’daki çok ünlü oyuncuların tiyatro geçmişi mutlaka vardır.  İtalya ve Fransa’da da oyunculuk eğitimi hep vardır. O işi kolaylaştırır; aktör için de, rejisör için de, tiyatro sahibi için de, prodüktör için de kolaylaştırır.

“TÜRKİYE’DEKİ BÜYÜK SORUNLARIN SEBEBİ: BİLMEMEK” ,

“TÜRKİYE, SAVAŞ GİBİ BİR TRAVMADAN GEÇİYOR”

“TÜRKİYE, BU TRAVMAYI ZOR ATLATACAK”

“ÇOCUKLARIMIZ, SANATÇILARIMIZ OKUMUYOR”

Hıncal Uluç: “1968’de konservatuarı bitirdiğinden beri bütün oyunlarını izlediğim, oyun gücünü yakından bildiğim Gürzap’ı seyre hala doymuş değilim. ” diye yazmıştı. Bu sözler herkes için edilmiyor, insanların oyunculuk yönlerini geliştirirken, yaptıkları en büyük hata ne oluyor?

Bir şey yapmak için onu bilmek lazım. Bilmek için de araştırmak ve okumak lazım. Bugün Türkiye’nin içinde yaşadığı sorunların sebebi, hayatı bilmemek. Hayatı bilmek için, içinde bulunduğunuz toplum yaşamanı ve tarihi bilmeniz lazım. Tarihin pek çok şeye faydası vardır, mesela tarihten ders alınmış olsaydı, bu kadar genç insan hayatını kaybetmeyecekti. Benim şu anda en büyük sorunum, savaş denilen bu rezillikte o gençlerin ölmesi.   Ve Türkiye öyle bir travmadan geçti ki, istediği kadar sulh olsun vs kolay kolay toparlanamaz…Bugünlerde görüşmeler var,  o travmayı Türkiye’yi çok zor atlatacak. Böyle bir travma geçiren başka bir ülke olduğunu zannetmiyorum. Çok dayanıklı bir insan yapısına sahipmiş burası. O gençler öldüğü zaman, onlarla birlikte ölüyorum. Ben bir babayım. Bir de annelerini, babalarını, kardeşlerini, sevgililerini, çocuklarını ve onların yakınlarını düşünün, bu acı öyle bir yayılıyor ki. Bunun psikolojik olarak insanı etkilememesine imkan yok. Bir toplumun psikolojisi bozulmuşsa, o toplumda dirlik, düzenlik olmaz. “Şehitler ölmez” diyoruz ama onlar ölmüş! Annelerine, babalarına sorun siz onu. Ve o travma bence çok uzun yıllar Türkiye’nin canını sıkacak. Bir kere bilmek için okumak lazım. Bizim gençlerimizin ve sanatçı arkadaşlarımızın çoğunun okumadığını biliyorum. Ben, “Perde arkasında Devlet Tiyatrosu gerçeği” diye bir kitap yazdım. Bugün tiyatroların en önemli konularından bir tanesi, devlet tiyatrolarında şu olacakmış, özel tiyatrolara dönüştürülecekmiş…vs Türkiye’de 7000 civarında tiyatro oyuncusu olduğu halde, bu kitap 2000’i zar zor sattı. İnsan merak etmez mi? ve rahat okunan bir kitap. Okunsun ve bazı gerçekler bilinsin diye belgelerle yazdım, para kazanmak için değil.

“SANATLA MEMURİYET BİRARADA OLMAZ”,

“SANAT;  ZOR, ZEVKLİ, ULVİ BİR ŞEY”

Devlet Tiyatrosu’nu ve Türkiye’deki tiyatro olgusunu kaleme alışınızdaki naiflik, eleştirel yaklaşanlara bir gönderme olsun diye miydi?

Durum tespitiydi. Bunda hepimizin kusuru vardı, çünkü sistem yanlıştı. Siz, bedene uymayacak bir elbise giyinirseniz sakil görünürsünüz, nefes alamazsınız. Devlet Tiyatrosu’nun kuruluş kanununa bakacak olursanız, o zaman için çok ileri bir kanundu. Kimse ne olacağını bilmeden konservatuara giriyor, o zamanlar sözleşmeli memur statüsündeydik, sözleşmeler yine memur statüsünden, yine memur haklarına sahip olacak ama memur statüsünden çıkacak. Çünkü sanatla memuriyet bir arada olmaz. O zaman o, angaryaya dönüşür.  Role göre sanat yapılıyor. “Gel Ahmet kardeşim şu rolü oyna, oynarsan şu kadar para vereceğim sana” Yani freelance dediğimiz bir yere bağlı olmadan çalışan aktör, o zaman kendini geliştirmek, daha iyisini yapmak isteyecek. İşte benim hayatım boyunca yaptığım şey: kendimi geliştirmek, daha iyi yapmaktı. Hedefim bu oldu, belli bir hedef koymadım ama babamdan gelen titizlik ve hocalarımdan öğrendiklerimi doğru yorumladım ve sanatın zor ve zevkli olduğunu kanıksadım, çünkü hem rejisör olarak hem aktör olarak bir insan yaratıyorsunuz. Çok güzel ve ulvi bir şey olduğunu gördüm, insanlara binlerce yıldır çok büyük katkıları olduğunu gördüm.

“İŞKENCEYE ÇEKSELER, BEN HEMEN KONUŞURUM”

“HİÇ KİMSE İÇİN SON NEFESİNİ VERMEDEN MUTLU OLDU” DEMEYİN”

Sanatı memuriyetle bir arada düşünemiyorsunuz ama sanatla siyaset bir arada gider mi, Ronald Horward’ın Taraf Tutmak oyununda sahne aldınız. Bir sanatçı için taraf tutmanın yanlışlığı nedir? Sanatçılar içindeki solcu akımı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bazı meseleleri o zaman içinde değerlendirmek gerekiyor. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük kan emicisi olan Hitlerin döneminde yaşamış bir büyük müzik adamının, ondan kendini sakınma yollarını aramasıdır. Çünkü o dönemin Almanya’sında, Nazizm insanların, yüzde doksanının kanında bir mikrop dolaşmaktadır ve Amerikalılar, Nürnberg mahkemesini kurdukları zaman genocide denilen soykırımdan ilk o mahkemede söz edilmiştir. Bakmışlar ki, bunların hepsinin kanlarının içinde Nazi zehri var, biz nasıl bir şey bulacağız ki, bunu temizleyeceğiz? Beyinleri yıkanmış. Kurslar, seminerler yapıyorlar bu kanı temizlemeye çalışıyorlar. Ve onu başardılar büyük ölçüde. Hala dik duranlar var ama başardılar çünkü gelinen gerçek, kaç milyon insan öldü orada. Biraz da hangi şartlar altında olduğuna bu. Sokrates, almış baldıranı (baldıran otu) içmiş, niye: “Dünya dönüyor” dediği için. Bunu inkar ettirememişler ona.  Sokrat da bir sanatçı. Bazı insanların gücü ona yetmez. Mesela beni işkenceye çekseler, ben hemen konuşurum, hemen yalan söylerim kurtulurum. Ben yapamam. Kimsenin başına böyle bir rezillik vermesin ve Türkiye’nin bu rezilliği nasıl yaşadığını biliyoruz. İnsanın dayanıklılığı, psikolojisi, yaradılışı için dünyada söylenmiş çok önemli bir cümle vardır. O da, bundan 2500 yıl önce yaşamış Sophocles’insöylediği bir cümledir. Annesine farkından olmadan, bilmeden, aşık olur, evlenir, çocuğu olur. Bir insanın başına gelecek en büyük felaketi dillendiren oyunda, Kral Oedipus kompleksi doğar. Sonunda öğrenir, adam karısının saç tokalarıyla gözünü çıkartır, “Ben artık kör olarak yaşamalıyım, bu azaptan ancak böyle arınabilirim” der ve intihar eder. Kahin der ki: “Hiç kimse için son nefesini vermeden mutlu oldu” demeyin. Böyle bir laf yok, bak hiç beklemediğimiz şekilde, koca koca insanların başına neler geliyor?

“FİKRİNİ YUHALIYORUM AMA SANATINI ALKIŞLIYORUM”

26 yaşında meşhur Herbert von Karajan var, hitler  Herbert von Karajan’ı Berlin Filarmoni’nin başına geçiriyor, Almanya’nın müzik direktörü oluyor. Neyse konservatuarda öğrenciydim, Avusturya’daki hocam bana burs verdi, Strazburg festivali vardı, bize verilen biletlerden biri de Herbert von Karajan’ın konseri. Balkon var, Herbert von Karajan çıktı, yukarıdan “Yuh” sesleri geldi, seslerinin gençliliğinden öğrenci olduklarını anladım. “Yuhhhh” Herbert von Karajan döndü, yukarıya baktı, selam verdi, başlattı çaldı, bitti. “Tüh bunlar yine yuh çekecekler” dedim ama yukarıdan bu sefer alkış geldi. “Ben senin fikrini yuhalıyorum ama sanatını alkışlıyorum”

“POLİTİKA, BİR MESLEK DEĞİLDİR AMA SANATÇILIK MESLEKTİR”

“NEYE GÖRE KÜLTÜR BAKANI OLUNUYOR?”

Bu anlattığınız şey, neden ODTÜ ile Başbakan arasında gerçekleşmedi diye sorasım geldi?

O meseleyi, gazetelerde okuduğum kadar biliyorum, çok değişik açılardan fikirler ortada dolaşıyor, ben yapı olarak şiddete karşıyım, şiddetin bu ülkenin başına nelere getirdiğini biliyoruz, kimi diyor ki, demir bilyeler attılar, kimi Molotof kokteyli attılar diyorlar, ben kendi gözümle görmedim, görsem kendi düşüncemi söylerdim, genelde sanatçılarla politikacıların arası iyi olmaz çünkü politika bir meslek değildir ama sanatçılık meslektir. Tiyatroyu benden daha iyi bilemezsin. Kitapta, kültür bakanlarının ve müsteşarların bakışlarını yazdım. Oradaki amacım, politikayla, devlet tiyatrosunun daima sorun yaşadığını vurgulamaktı. Çünkü o herkes gelir ukalalık yapar. Bu sorun, devlet tiyatrosunu çeşitli açılardan yormuştur. Kültür Bakanı olmak, o kadar kolay bir şey mi, neye göre kültür bakanı oluyorsun? Çok mu kültürlüdür? Kültürü, sanatları bilecek ve uzmanına bırakacak işi. Sen konunun uzmanı olmayan birini oraya getiriyorsun, tiyatroyu karmakarışık ediyor. Daha hoşgörülü, hırsları az olan insanlar daha güzel yönetmişlerdir orayı, örneğin Talat Halman. Son derece centilmendi, dünyada olanları bilirdi, ister opera deyin, müzikla deyin, ister bale deyin bilirdi, bunun uzmanlık dalı olduğunu bilirdi.

“MÜDAHALE VARSA FİLM KALDIRILIR”

Ertuğrul Günay, Şiddeti, etnik ayrımcılığı, nefret söylemi içerdiği için Brad Pitt’in başrolünde olduğu ‘Killing Them Softly’ filminin vizyondan kaldırılmasını istediğini söyledi. Bu tür müdahaleleri gerekli görüyor musunuz? Kültür Bakanının müdahalelerini genel olarak yerinde buluyor musunuz?

Müdahale değil bu. Kendi açısından bir tespit, eleştiri. O eleştiriye, vatandaş olarak hakkı var, müdahale demek o filmi kaldırmak demektir ya da kalkması için çalışmak demektir. Filmde fazla kan varsa, vahşeti sevmem, vurduyu kırdıyı sevmem, aşırı vahşet olmazsa polisiye seyrediyoruz, kovboy filmi çok seyrettik, orada da silah vardı.

“OYNAMADIĞIM SENE YOKTUR”

Eski Kültür Bakanı Atilla Koç’un, sizin için kullandığı ‘bankamatik sanatçısı’ tabiri epeyi canınızı sıkmıştı. Geçim kaynağı oyunculuk olan birinin kazancı ne ölçüde sorgulanmalı sizce?

O kulaktan duyma bir şey söylemiş, sonra ben böyle bir şey söylemedim, dedi. Ben söylemediğine inanıyorum. Devlet tiyatrosunda 3 sene oyun oynayamadım, “Bana rol verin” dedim.  Devlet tiyatrosunda oynamadım ama özel tiyatrolarda oynadım, oynamadığım sene yoktur. Bana öyle roller getirdiler ki, sonunda genel müdür Ankara’ya talimat verdi, Taraf Tutma’yı sahneye koyup oynamamı istediler, o dur. Ben niye oynamak istemeyeyim? Oyun bulmak da zor. Son 3 senedir o kadar çok oyun okudum ki, ve yok!. Yazılmıyor, yurt dışında da çok yazılmıyor.

“KÜFÜR, RUHUN YELPAZESİDİR”

“DÜZENLİ ORDU, ATATÜRK İLE ÇERKEZLERİN ARASINI AÇTI”

Bakanın o yıllarda “Bizim Vajina Monologları”nda oynayan oyuncularımız var” sözlerine de sert tepki göstermiştiniz. Aylin Nazlıaka, kürtaj meselesini konuşurken, “Başbakan vajina bekçiliği yapmayı bıraksın” demiş sonra Arınç ile vajina polemiğine girmişti. Vajina hem siyasete hem de sanata alet edilmemesi gereken bir konu mu? sanatın sınırları, sansürleri neler sizce?

Sanata bir sınır koymakta ben kendimi yetkili görmüyorum. Ben, sahnede küfürden hoşlanmam, tutucu bir insan değilim, zamanı gelince iyi küfürler ederim. Babacığım bana derdi ki, “Küfür, ruhun yelpazesidir” derdi, küfredince rahatlar insan. Ama bizim seyircimiz, belden aşağı küfürlerden hoşlanmıyor, acaba aynı ağırlıkta o küfrü etmeden başka bir şekilde verebilir miyiz, veremez miyiz? bazı oyunlarda, “Fuck” geçiyor. Bizim seyircimiz beğenmiyor. Ben sevmem diyorum, karşıyım demiyorum, seyrederken de oynarken de hoşlanmam, ama yapanı da niye yapmıyorsun diye kınamam. Sanatın sınırları nedir dediğiniz zaman, işin içinden çıkamazsınız, sanat özgürdür, beynelmileldir. Vajina Monologları, İngiltere’de çok önemli oyuncular tarafından oynandı ve önemli tiyatrolarda oynandı, ismi böyle diye beğenmemek olmaz, ismini kim koyduysa vurucu olsun diye koymuştur. “Hayır efendim onu oynayamazsınız” dediğiniz zaman, tehlike orada başlar. Onlar yazılmış bir oyun, şu oyunu Türk aktörü oynayamaz, şu oyunu oynayabilir diye bir şey neye göre koyuyorsunuz. Kenan Evren, 4 sene çalıştığım, ilk büyük diziyi yaktırdı. Yok içinde, Kürt, Çerkez, Laz diye isimler geçiyormuş. Sen, “Laz oğli gel buraya” demiyor musun? Yok “Atatürk yeteri kadar gösterilmemiş” “Ya sen Atatürk müsün, onun adına konuşuyorsun, avukatı mısın sen onun?” Her bölümün başında nutuktan belli miktar pasaj var, ne olacak, Atatürk filmi çekmiyorum ki, adam bir roman yazmış onu çekiyorum, Kurtuluş Savaşı ile düzenli ordu ile ilgili…Atatürk de, başka tülü yapamayız diyerek, düzenli orduyu kuruyor, Çerkezlerle arasının açılmasının, isyanların çıkmasının sebebi bu. Bu diziyi Türk halkının ahlakı bozulur, inançları zedelenir diye yaktı, sonra yayınlandı, ne oldu? Sen kim oluyorsun da Atatürk hakkında konuşuyorsun? Az çekmediler sinemacılar, prodüktörler…Hiçbir halta yaramayan bir takım adamlar, sinemanın s’sinden haberi olmayan, kapıcı almayacağınız adamlar canına okudular insanların. Kenan Evren toptan halletti, yaktı.

“KONSERVATUARIN KURULMASI EN BÜYÜK SANAT HAREKETİDİR”

Anlaşılan Mustafa Kemal’i savunmak, Kenan Evren’ e düşmüş… Tufan Türenç, Mustafa Kemal’in kararlılığı ile 1 Eylül 1924’te kerpiç binalarda kurulan Musiki Muallim Mektebi 1 Kasım 1936’da Devlet Konservatuarı’na dönüştürüldüğünü yazmıştı. Devlet adamları, Mustafa Kemal kadar sahip çıkıyor mu sanata?

1924’te Musiki Muallim Mektebi kuruldu, her taraftan kan revan içinde, toz toprak içinde, yeni mütarekeler yapılmış…Atatürk, güzel sanatların ne olduğunu ve ne kadar yararlı olduğunu biliyor, konservatuar Musiki Muallim Mektebi sonradan Musiki ve Temsil akademisi oluyor önce, sonra konservatuara dönüşüyor, bütün fonetik sanatları içinde bulunduruyor, yurt dışından hocalar getirtiyor, bu çok önemli bir harekat. Diyor ki, “Her şey bilimden geçecek, sanatın da bilimi vardır, sanattan geçecek ve okullu sanatçı yetiştireceğiz” O zaman güzel sanat akademisi var ama müzeler kurduruyor. Konservatuarın kurulması ve genişletilmesi en büyük sanat hareketidir. Demokrat Parti zamanında da sanata sahip çıkılmıştır ama 1960’tan sonra Türkiye’de bir köylüleşme başladı. Süleyman Demirel’den sonra adet yerini bulsun diye yapılan bir şeye dönüştü. Ondan sonra bayağı problemlerle karşılaştık, ondan sonra konservatuarda da problemler yaşanmaya başladık.

“MENDERES ÖNEMLİ BİR İNSANDI”

“ATATÜRK’E DE Mİ VATAN HAİNİ DİYECEĞİZ?

Menderes dedik de…‘‘Yarım Bardak Su” adlı oyunda, Menderes’in opera sanatçısı Ayhan Aydan ile yaşadığı yasak aşka da yer verilmiş, Menderes’i de siz canlandırmıştınız. Kadına kucak dolusu aşkını veren erkek, kadından sadece “yarım bardak su” isterdi…Menderes’e yaşadığı aşk, nasıl bir özellik kazandırdı sizce? Menderes Türkiye için nasıl bir adamdı?

Menderes, çok önemli bir insandı. 27 Mayıs sonrasında, onun idam edilmesine herkes üzüldü. Ben 1970’lerin ortalarında yakın tarih okumaya başladım. Adnan Menderes’e aleyhte ve lehte bütün kitapları okudum. “Adnan Menderes vatan haini” dediler, “Celal Bayar vatan haini” dediler ama bunu derken de Atatürk’ün arkasına sığınıyorlardı. Peki Celal Bayar vatan haini idi de, niye Atatürk kendisini son Başbakan olarak atadı, yanına aldı? O zaman Atatürk’e de mi vatan haini diyeceğiz? Menderes, Türkiye’yi bir yerden almış, bir yere getirmiş. Tarihçilerin yada gazetecilerin söylediği gibi, “27 Mayıs 1960 olmasaydı Türkiye bugün çok daha ileri noktalardaydı” derler. 27 Mayıs darbesinin bugünleri hazırladığına inanıyorum, arkasından gelen darbeler var. Ayhan Aydan ile aşkı? Başka bir Başbakan biliyor musunuz Türkiye’de aşık olan?

“AŞIK OLAN TEK BAŞBAKAN”

Hep gizlenir, hep saklanır, hep utanç vesikasıdır aşk çoğu politikacı için.

Hayır, olmamıştır. Ama bu adam aşık oldu. Yalnız Ayhan Aydan değil, başka hanımlar da vardı.  Ayhan Aydan bunların içinde en ünlüsü, çok müthiş bir sesi vardı ve en güzeliydi herhalde, bilinirdi ama ifşa edilmezdi, kimse de “Vay sen böyle mi yaptın?” demezdi. Zaten Ayhan Aydan’ın da mahkemenin huzurunda “Ben bu adamı sevdim” demesiyle kahraman çıktı, “Bu adam mı diktatör mü?” diye sordu, çocukları olmasını istediler.  “Öldürdü” dediler, öldürecek olsa niye kürtaj olmasın daha önce? Bu ahlaksızlık işte. Bizim milletimiz de inandı, hepimiz inandık.

“TÜRKİYE’DE YAŞLILAR, GENÇLERİ GÖMÜYOR”

Darbelere alışıksınız, darbeleri araştırmışsınız hatta Erdoğan’ın açılım projesini de desteklediniz. Kahvaltıya teşrif ettiniz.

“Destek” deme. Bana “Niye kahvaltıya gittin?” diye sordular, niye gitmeyeyim, Başbakan bir takım sanatçıları çağırıyor, AKP’li mi oluyoruz biz? Benim gibi çok sanatçı vardı, Şener Şen’den tutun da, Ediz Hun’a, Hülya Avşar’a kadar….Sen Başbakan’ı canlı görüp, tanımak isteyemez misin? öyle soranlara, “Sana ne diyorum, sen mi karar vereceksin, ben karar veriyorum, o kararı vermek benim hakkım” Yapılan doğru işleri tabi ki destekliyorum, eğer şu Allah’ın cezası terör bitecekse tabi ki onu bitiren adamı destekleyeceğim. AKP olduğu için desteklemeyeceğim de, başka parti olursa destekleyecek miyim, bu kişilik erozyonudur. Benim için önemli olan, problemlerin çözülebilme değeridir. Dün bir gazetede, “Bu iş çok zor, beynelmilel hale geldi, bu işi çözmek çok zor hale geldi” diyor, o zaman benim moralim bozuluyor. Daha kaç tane çocuk ölecek. Bütün dünyada gençler, yaşlıları gömer, Türkiye’de cenaze törenlerine bak, yaşlılar, gençleri gömüyor. Böyle bir şey olur mu?

“TİYATRO AYİNLERDEN DOĞMUŞTUR”

“KLASİK MÜZİK KİLİSE MÜZİĞİNDEN DOĞMUŞTUR”

“BÜYÜK MÜZİK ESERLERİ İÇİN ‘TANRININ SESİ’ DENİR”

Müjdat Gezen iktidar partisini eleştirdiği için kendisine yönelik sert söylemlerde bulunanlara da, din konusunda onlardan daha çok şey bildiğini ifade ederek yanıt verdi. Din ile sanat arasında nasıl bir bağ var?

Sanatlar biraz da dinden çıkmıştır. Bakacak olursanız, Yunanistan’daki diyonizos ayinleri bağ bozumudur, aynısı Roma’da da vardır, Bakkhus ayinleridir, Tiyatro o ayinlerden doğmuştur. Bugün klasik müziğe bakacak olursanız, klasik müzik kilise müziğinden doğmuştur. Zaten büyük müzik eserleri için “Tanrının sesi” denir. Kiliseden doğduğu için. Heykel ve resim konularından biri, İsa’dır, kiliseler üzerindeki preslerdir, yağlı boya resimlerdir. Orta çağdaki kilisenin baskısı, yönetim gücü ağır basarken, kitle iletişim araçları olmadığı için, çeşitli yerlere giden bazı guruplar, kilise tarafından destekleniyor, din konusunda oyunlar oynuyorlar, din-ahret ve dünya işleri konusunda.  İncil’in ve din adamlarının söylediği şeylerin, halka tiyatro yoluyla anlatılmasıdır.  O zamanın çok popüler oyunları bunlar, kilise önünde oynarlardı. Sürekli dolaşırlardı, iyi de para alırlardı, propaganda yaparlardı, televizyonda izlediğimiz şeyleri canlı olarak tiyatroda yaparlardı. Sonra bütün dünyada laiklik, sekülerizm ile dinin devletten ayrılmasıyla ayrıldı. Sonra dini konuları pek göremezsiniz.

İslamiyet’i sanata alet edenler var, korku ya da alaycılık yaymaya çalışanlar var,

O bana göre yanlış yorumlardan kaynaklanıyor, ben bir din adamı değilim, yanlış yorumlardan kaynaklanıyor.

Yani ne din üzerinden AK Parti eleştirilmeli, ne de AK Partiyi eleştirenleri din üzerinden vurmalı..

Ben sert çarpışmaların bir yarar getiremeyeceğini savunuyorum. O sert çarpışmalar, sonra eyleme dönüşürse ne olur? Bunlar kolay kolay sona ermeyecek. Politikacılar birbirlerini çok hırpalıyorlar, toplum geriliyor tabi. Politik ortam gerildiği zaman, toplumda gerilir, mutsuz olur. Düşünün, bir evde sürekli kavga var, çocuk bu ortamdan etkilenmez mi? Ülkeyi yöneten insanlar sürekli kavga ediyorsa halkın tedirgin olmasına imkan var mıdır?

“ATATÜRK’Ü PEK ÇOK KİŞİ KALKAN YAPTI VE İSTİSMARA UĞRADI”

“ATATÜRK’Ü KULLANANLAR BU ÜLKE İÇİN NE YAPTI?”

“ÖLMEMİŞ OLSAYDI ŞUNU YAPARDI DİYENLER, ATATÜRK’E HAKARET EDİYORLAR”

“ATATÜRK’ÜN MUASIR MEDENİYET DEDİĞİ ŞEY, ADAM OLMAK”

Kavganın taraflarından biri de Kılıçdaroğlu, son katıldığı televizyon programında “Atatürk’e karşı çıkmak vatan hainliğidir.” dedi, Atatürk’ün yaşam biçiminizi belirlemenize katkısı nedir?

Saygı duyduğumuz bir lider ama pek çok dönemde Atatürk bir kalkan yapıldı, pek çok kişi kalkan yaptı ve istismara uğradı. “Atatürk şunu yaptı, böyle önemli” peki tamam ama sen ne yaptın? O demiş, benden sonra ilim, irfan, demiş. Sen ne yaptın?  Atatürk 1938’de öldü. “Ölmemiş olsaydı Atatürk böyle yapardı” diye ne yapacağına karar veriyorsun, nereden biliyorsun? O zaman ona hakaret ediyorsun. Atatürk’ün bütün söylediği “Muasır medeniyetlere ulaşmak” sözünde yatmaktadır.  Sen, muasır medeniyetlere ulaşmak için her şeyi yapacaksın, sonra Atatürk’e sığınacaksın, Atatürk diyor ki, “Adam ol” Muasır medeniyet dediği şey, adam olmak. Avrupa Birliği bize bazı şeyleri dikte ediyor, bunu şunu yapacaksın, diyor.

“CUMHURİYET DÖNEMİ SANATÇISIYIM.”

Aynı yazıda Türenç, “Yıllardan beri Cumhuriyet döneminde yetişen sanatçılarla gurur duyduk, bundan sonra da duyacağız” demişti, siz sanatın hangi döneminin adamı olduğunuzu kabul edersiniz? Bir dönemin adamı mısınız? Veya halkın sanatçısıyım mı dersiniz?

Halk diye ayırt etmem. Bizi halk seyrediyor zaten, biz aristokrasi değiliz ki, o halkın içinde zengin de var, fakir de var. Ben zaten cumhuriyet döneminde var olmuşum. Ve hala cumhuriyetin içindeyiz, dolayısıyla cumhuriyet dönemi sanatçısıyım.

“TİYATROLAR DOLSUN ARTIK”

Selahattin Duman röportajında kendisi “İnsanlar bizi seçiyorlar, benim seçme şansım olsaydı” diye başlayan bir cümle sar fetmişti, sizin seçme şansınız olsaydı nasıl profil isterdiniz.

Ben seyirci profilini ayırmam, salon dolsun yeter. Para kazanmak anlamında söylemiyorum. Bir sanatçı için en kötü şey, seyircisiz salonda oynamak. Benim cebime değil, devletin kasasına giriyor o para ama tiyatrolar dolsun artık.

“BU ÜLKEDE GURBET KUŞLARI OLGUSU VAR”

Erdoğan açılım konuşmasında: “Eğer bu ülkenin otoriteleri Yılmaz Güney’in filmlerine kulak vermiş olsalardı, inanın Türkiye bugün çok farklı bir yerde olabilirdi” demişti. Siz de bu durumu Yılmaz Güney ile sınırlıyor musunuz?

Yılmaz Güney örneği ile neyi ima ettiği belli değil, hem doğru hem doğru olmayan yanları olmayabilir. Ne anlamda söylediğini kavrayamadım, yalnız onun için değil Halit Refiğ için söyledi, Lütfi Akad için söyledi, gurbet kuşlarından söz etti. Gurbet kuşları, köyden şehire göç eden bir ailenin dramı yaşanmadı mı, onların sorunlarına çözüm bulundu mu? uzun hikaye. Sosyolojik yapının değişmesi lazım, ekonominin değişmesi lazım. Adam İstanbul’a geliyor, sırtında yorganı ile, İstanbul’da inşaat başlamış, buna önlem alınmadı, gece kondular oldu, şimdi gecekondulardan kurtulmaya çalışılıyor, çok uzun bir süreç bu.

“DEVLET TİYATROSU AMİRAL GEMİSİDİR”

Doğan Hızlan, “Devlet Tiyatrosu’nun tarihinde sahnelenen oyunların listesini veren Can Gürzap, dünyada hiçbir tiyatronun aynı anda bu kadar sayıda perde açmadığını anımsatıyor bize.” diye yazmıştı, Türk tiyatrosu, tiyatroyu bir yere getirebildi mi?

İstanbul Belediyesi Şehir tiyatrosu arkasından devlet tiyatrosu. Devlet tiyatrosu amiral gemisidir. Dünya tiyatrosunun Türk tiyatrosuna katkısı oldu, tiyatro seyircisi yetiştirdi. Ankara’da kemik bir tiyatro seyircisi vardır.

“AMEDEUS OYUNUN KALDIRILMASI BENİM İÇİN BÜYÜK ACIDIR”

23 yıl önce başrolü üstlendiğiniz “Amadeus” adlı oyuna daha sonra yönetmen olarak imza attınız.

Yönetmen olarak imza attım, full oynuyordu. Şimdiye kadar yapılmış en büyük prodüksiyondu, 22 oyunda kaldırıldı, yönetim değişti, devlet tiyatrosuna  başka bir müdür geldi, kaldırmayacağım dedi, kaldırılmasaydı, bugün hala “Amadeus” oynuyordu. Bir kere tarihi bir ders. Hazır oyunu niye kaldırıyorsun, o benim içimde çok büyük bir acıdır. Ben bu tür şeylere maruz kalmışım hayatım boyunca.

Sizce eskimeyen şey,en çok zorlandığınız şey oyun mu, oyuncu mu, oyunculuk mudur?

Hepsi. Hepsinde zorlanabilirsiniz, rejide fazla zorlanmam ben. Mesela mizansen konusunda gayet iyiyim, bir oyunu 3 günde sahneye koyabilirim. Oyun bulmak zor, şu anda oyunculuk da zor.

“Evliliğe Gelince” adlı oyunun temsiline katılmadığı için Nurseli İdiz’e dava açtınız. “Bir avuç deniz’in galasına katılmadığınız eleştirildiniz. Oyunculuğun ahlakı, kuralları, kutsalları, var mı?

Ben galalara gidemiyorum, kalabalık sıkıyor beni.

Ama seyirci kalabalığından sıkılmıyoruz tabi

O zaman sahnedeyim. Çünkü galalarda o kadar çok tanıdığınız var ki, selam vermek istemediğiniz, sevdiğiniz, görmek istemediğiniz insanlar var ki, ona selam buna selam sarhoş oluyor insan, normal zamanda gidiyorsunuz, oturuyorsunuz, seyrediyorsunuz.

Kurtlar Vadisi Pusu, ilk bölümünde, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın uğradığı silahlı suikastin ardındaki gerçeği araştırmıştı. Sizce Türkiye’nin karanlık kalan noktaları aydınlanır mı, hiçbir şey gizli kalmaz ilkesini mi benimsiyorsunuz?

Hiçbir şey gizli kalmaz.

İlgili Haberler

Genel
01 Mayıs 2024
Dolandırıcıların Hedefinde Teknik Servis Aramaları

Son zamanlarda, teknoloji ürünlerinin fiyatlarının artmasıyla birlikte tüketiciler, ellerindeki cihazları onararak veya güncelleyerek kullanmaya yöneliyorlar. Ancak, bu durum teknik servis aramalarını da arttırıyor ve dolandırıcıların yeni bir hedefi haline geliyor. Eskiden dolandırıcılar, telefon veya basılı ilanlar aracılığıyla tüketicileri kandırırlardı. Ancak, internetin gelişmesiyle birlikte bu taktikler daha da sofistike bir hal aldı ve vatandaşlar artık doğrudan […]

Genel
30 Nisan 2024
Kuğu Gölü Balesi İzmir’de izleyiciyle buluştu

İzmir Devlet Opera ve Balesi, klasik bale repertuvarının en ikonik eserlerinden biri olan Kuğu Gölü balesini bu akşam Bornova Necdet Aydın Sahnesinde İzmirli izleyicilerle ilk kez buluşturmanın heyecanını yaşadı. Pyotr Ilyich Tchaikovsky’nin ilk bale çalışması olarak bilinen Kuğu Gölü, 1877 yılında Bolshoi Tiyatrosu’nda sahnelendiğinde karmaşık müziği ve hatırlanamaz koreografisiyle eleştirilse de zaman içinde bale denince […]

Dünyadan
30 Nisan 2024
Türk Yunan Ortak Yapımı Romeo & Juliet’ i 2 Ülkenin Bakanı Birlikte İzledi

Devlet Tiyatroları ve Yunanistan’dan Atina Konser Salonu Megaron ve Lykofos ortak yapımı William Shakespeare’in ölümsüz eseri Romeo ve Juliet, 26 Nisan Perşembe günü, Atatürk Kültür Merkezi Tiyatro Salonunda, saat 20.00’de seyirci ile buluştu. Temsil öncesi Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Tamer Karadağlı, oyunun yönetmeni Lefteris Giovanidis ile oyunun yapımcılarından Lykofos Genel Sanat Yönetmeni Yiorgos Lykiardopoulas Yunanistan […]

Çocuk
30 Nisan 2024
AKUT VAKFI, 23 Nisan Şenliği’nde çocuklarla buluştu

AKUT VAKFI, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda çocukların yanındaydı. Nesin Vakfı’nın Çatalca’daki 23 Nisan Şenliği’ne destek veren AKUT VAKFI, çocuklarla doğanın bir parçası olabilecekleri eğlenceli etkinlikler gerçekleştirdi. Vakfın Hatay’da eğitime kazandırdığı okullarda ve kuaförlerde de 23 Nisan sevinci vardı. Ülkemizde deprem bilincinin yaygınlaştırılması için yaptığı çalışmalar yanında insani yardım projeleri ve eğitime verdiği […]